O'nu ilk kez gördüğümde yüzündeki dingin ifadeye hayran kalmıştım.
Böyle anlatmamışlardı oysa...Ben, çatık kaşlı, asık suratlı, aksi birini bekliyordum. Kendimi buna o kadar hazırlamış olmalıyım ki , karşımda duran yumuşak ve aydınlık çehre beni derinden sarsmıştı..Fakat bu şaşkınlık çok geçmeden yerini hayranlık dolu bir teslimiyete bırakmış, böylece O'nu her yönüyle gözlemlememe neden olmuştu.
Yaşı epeyce büyük olmalıydı.. Bunu yer yer dökülen siyah, ipeksi saçlarından anlıyordum.Huzur veren bir hali vardı.Tebessüm ettikçe siyah bıyıklarının altındaki düzgün, beyaz dişleri açığa çıkıyor; bu ona ayrı bir sevimlilik katıyordu.Kilitlenmiştim adeta...Bir türlü gözlerimi alamıyordum. O gün üzerinde toprak tonlarında takım bir elbise vardı, bugün gibi hatırlıyorum...
Zaman içinde çalışmalarımdaki azmim ve saygılı davranışlarımla dikkatini çekmeyi başarabilmiştim.O'nun o yumuşacık bakışlarını üzerimde hissetmenin nasıl bir mutluluk olduğunu anlatamam... O'nun beni hem farketmesini istiyor, hem de benimle ilgilenmesinden ölesiye bir utanç duyuyordum.Buna rağmen beni farkettiğini, hatta önemsemeye başladığını hissetmeye başlamıştım. Nitekim hislerimde yanılmadığıma ilerleyen günlerde şahit olacaktım.
O sabahı hiç unutamıyorum...Masasına oturur oturmaz gözlerini gözlerime dikmiş, yine tüm sıcaklığıyla tatlı tatlı gülümsüyordu.Bir fevkalâdelik olduğunu sezer gibi olmuştum.Beni yanına çağırdı.Elinde küçük, kırmızı bir kurdele tutuyordu.Ayağa kalkıp yanıma yaklaştı.O anda kalbim duracak gibi çarpıyordu.Eğildi ve elindeki kırmızı kurdeleyi küçük iğnesiyle göğsüme iliştirdi. Kulaklarıma kadar kızardığımı hissediyordum. Güçlükle duyulan bir sesle:
_ "Teşekkür ederim, öğretmenim"... diyebildim.
Belki de onu bile diyememiştim. Hatırlamıyorum...
Evet.Sonunda azmimin karşılığını alıyordum.Sınıfta okumaya ilk geçen ben olmuştum.Ve sevgili öğretmenim gayretimi küçük ama benim için çok değerli olan o kurdeleyle ödüllendiriyordu.
O günden sonra kendime olan güvenim arttı. Artık bildiklerimi çekinmeden dile getiriyor, böylece öğretmenim ve arkadaşlarım tarafından takdir ediliyordum.
Okula gitmek hayatımın en büyük zevki haline gelmişti.Haftasonlarını zar zor geçiriyor, pazartesileri iple çekiyordum.Bu durum evdekiler tarafından da farkedilmişti.Yatıp kalkıp öğretmenimden bahsetmem kimi zaman gülüşmelere neden oluyordu.Bu, her ne kadar sinirimi bozsa da hergün sınıfta yaşananların özetini geçmekten geri durmuyordum.
Okulumda geçirdiğim her saniye benim için büyük bir mutluluktu.Hatta yılın bazı dönemlerine rastlayan aşı günleri bile! Bir tek boy ve kilomuzun ölçülüp, sınıf grafiğine yazıldığı zamanları sevmiyordum.Çünkü her yıl tartıda en zayıf ben çıkıyordum.Beş yıl boyunca bu hiç değişmedi...
Her tartılma işlemi sonrasında öğretmenimiz:
_"Aman rüzgarlı havalarda cebine taş doldurmadan çıkma sokağa. Yoksa uçarsın." derdi.
İlk zamanlar arkadaşlarımın kahkahalarla gülmesine içerlesem de zamanla kabullenmiştim bu sözü. Hatta bir süre sonra onlarla birlikte ben de güler olmuştum.Bu sözün bana düşündürdüğü tek şey; öğretmenimin beni seviyor ve kolluyor olduğuydu.
Günler hızla geçiyordu. 4. sınıfı da bitirmiş, sene sonu için parti hazırlığı yapıyorduk.Öğretmenimiz masasına oturmuş, düşünceli bir halde bizleri seyrediyordu. İşimizi bitirdikten sonra masasının etrafına üşüşüverdik.Gülümsüyordu.Her birimizi sevgi dolu bakışlarıyla okşuyordu adeta...Bir ara yüzü gölgelenir gibi oldu.
_"Bu yıl tayin istedim.Seneye sizinle olamayabilirim çocuklar" dedi.
Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Sahiden öğretmenimiz gidecek miydi? Son senemizde bizi bırakacak mıydı yani? Buna dayanabilir miydim?
Ben kafamdaki sorularla boğuşurken partimiz başlamıştı bile..O gün doyasıya eğlendik. Ve ben öğretmenimin gitme ihtimalini unuttum.Aslında ertelemiştim düşünmeyi.Çünkü bu daha az acı verecekti...
O yaz tatili de -her yaz tatili gibi- benim için sıkıcı geçiyordu.Zaman zaman ertelediğim o düşünceler arasında boğuluyor, korkuyla soruyordum kendime: "Ya öğretmenim gerçekten giderse?"
Bir ikindi vakti evden verilen bir siparişi almak için çarşıya gidiyordum.Arkamdan birinin seslendiğini duyarak döndüm.Öğretmenim her zamanki aydınlık gülüşüyle bana doğru geliyordu.Ayaküstü birkaç önemsiz soru sordu.Cevapladım.
Ben soramıyordum.Duyacağım cevap beni korkutuyordu.
Gözlerine baktım.
Anlamıştım.
Sussun, söylemesin istiyordum.
Ama o söyledi:
-"Tayinim çıktı, bu yıl sizi başka bir öğretmeniniz okutacak".....
O anda sarılmak istedim öğretmenime.
"Gitmeyin n'olur" demek istedim.
Gitmeyin öğretmenim........
Sanki bunu hissetmişcesine bir süre öylece durdu.
Diyemedim.
Bütün veda sözcüklerini unuttum.
Gidene ne denilirdi?
Emek kokan bir el nasıl öpülürdü?
Bilemedim...
_"Yaa....??" diyebildim ancak.. Yaa...
Bu "yaa.." yıllarca uzadı içimde.Devamını hiç getiremedim.
Şimdi sesleniyorum, duyamayacağını bile bile:
Öğretmenim ben büyüdüm. Taşlar cebime sığmaz oldu artık....
Rüzgar beni uçurmadan
Sarılmak istiyorum ellerinize
Sarılmak istiyorum,
İlk ve son defa
O baba şefkatindeki kollarınıza
Sarılmak istiyorum,
Rüzgar beni uçurmadan......