Bireysel Mesaj Gösterim Modu

Görüntülenme: 52552
Namaz Medeniyeti
2009/07/15 3:13
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 4,5 (1 oy)

 Abdullah Yıldız Vakit gazetesi, 29 Ağustos 2006

Bugün, “Namaz Medeniyeti” kavramını temellendirmeyi deneyeceğiz. Namazın İslâm medeniyetindeki merkezî konumunu ve İslâmî hayatın namaz odaklı bir yaşam/a tarzı olduğunu bilmeyenler, namaz üzerine bu kadar yoğunlaşmamızı algılamakta güçlük çekebilirler; ama okuyucularımı bu konuda istisna ediyorum.

Namaz Bir Tevhîd Eylemi(1991) isimli eserimizde; namazın, tevhîd akîdesinin eyleme dönüşmüş biçimi olduğunu, baştan sona namazın her ânında tevhîd inancının terennüm edildiğini, kıyâmın, rükûun, sücûdun ve teşehhüdün bir olan Allah’a imanı, teslimiyeti ve tevekkülü simgelediğini ortaya koymaya çalışmıştık. Dahası, abdesti; şirkten, küfürden, günahlardan arınma; ezanı da bir “tevhid çağrısı” olarak yorumlamış, namazın sosyo-ekonomik, kültürel ve siyasal hayata yansımalarına da işaret etmiştik.

Aslında namaz; Müslüman bireyin bütün davranış ve ilişki biçimlerini yönlendiren, belirleyen, toplum hayatının bütün alanlarına, kompartımanlarına müdahale edip onları şekillendiren bir ibadet biçimidir:

Abdest; namaz için bir hazırlık olmak üzere bedenî ve ruhî bir arınma ameliyesidir.

Ezan; namaza çağrı olup kurtuluşun yegane anahtarı olan tevhîd inancının özlü tebliğidir.

Cami/Mescid; namazda müminleri ‘bir araya toplayan’ mekandır, ‘secde mahalli’dir. Ama sadece bu mu?

Rasûlüllah’ın(s.) Medine’de kurduğu Mescid-i Nebevî ve bütün Müslüman toplumların onu örnek alarak inşa ettikleri camiler, İslâmî hayat tarzının kalbi mesabesinde idi. Mescid-i Nebevi, huşû içinde namaz kılınan bir huzûr mekânı olmanın yanında; başta Ashâb-ı Suffe olmak üzere tüm müminlerin Kur’ân’ı ve İslâmî ilimleri öğrendiği, Rasûlüllah’ın devlet adamları ve kabile temsilcileri ile diplomatik görüşmelerini yaptığı, ashabıyla istişare ettiği, savaşa ve barışa karar verdiği, Ramazan’da itikafa girdiği, Müslümanların kendi aralarında zekat ve infak işlemlerini yaparak sosyal dayanışmayı gerçekleştirdiği, İslâm ordusunun cihad hazırlıklarını organize ettiği, hatta misafirlerin bile ağırlandığı odak bir mekândı.

Müslümanlar, hakim oldukları coğrafyalarda, Mescid-i Nebevi modelini örnek alarak mihverinde namazın yer aldığı cami/mescid merkezli bir İslâm medeniyeti vücûda getirdiler. Yeni kurulan tüm Müslüman şehirler, cami-merkezli olup namazın ikâme edildiği cami etrafında şekillendi. Müslüman şehirlerinde/kasabalarında hayata yön veren tüm kurumlar cami çevresinde belli bir düzen içinde yerlerini alarak külliyelere dönüştüler. Ezanın çağrısını olabildiğince yükseklere ve uzaklara taşıyan minarelerin ve abdest için yapılan şadırvanların yanında; medreseler, kütüphaneler, dârü’l-kurrâlar, aşevleri, şifâhaneler, eytâmhâneler, hatta han, hamam, çarşı ve kervansaraylar hep cami-merkezli olarak dizayn edildiler. Tıpkı camiler gibi, Müslüman evlerin ve yapıların yönleri de Kâbe’ye dönük olarak yapıldı. Hat, ebrû, tezhip, oymacılık, nakkaşlık, musıkî/kırâet gibi sanatlar camilerden neşet etti. İslâm mühendis ve mimarları bütün hünerlerini cami inşasında ortaya koydular. Endülüs’ten Çin sınırlarına kadar, geniş İslâm coğrafyasındaki tüm yerleşim birimleri, tevhid ve vahdeti simgelercesine Allah’ın evleri olan camiler etrafında hâlelendi. Çoğu Selçuklu ve Osmanlı’dan kalma şehirlerimiz de cami-merkezli idi ve hayatı mümince kuşatıyordu.

Kur’ân’da namazın ikâmesi (dosdoğru kılınması) ile zekâtın îtâsı (tastamam verilmesi) emri hep birlikte tekrarlanır. Dolayısıyla, ‘Dinin direği’ olan namaz ile onu tamamlayan zekâtı birbirinden ayırmak mümkün değildir; namaz kılan müminin -imkânı varken- zekât vermemesi, zekât veren müminin de namaz kılmaması düşünülemez. Bu bilinçledir ki, Hz.Ebûbekir, namaz kıldıkları halde zekât vermeyenlerle ‘namazla zekâtın arasını ayırdıkları’ gerekçesiyle savaşmış, onlardan zekâtlarını zorla almıştır. Demek ki, bir “tevhîd eylemi” olan namaz, Allah’ın kullarına rızık olarak verdiği şeylerden infak edip zekat vermeyi de âmirdir.

Ramazan ve Kurban bayramlarında yaşanan coşkularla, cenaze namazlarında yaşanan hüzünler, tüm müminlerce camilerde hep birlikte paylaşılır. Ramazan ayı, tutulan oruçla, okunan Kur’ân’la ve Teravih namazı ile ayrı bir derinlik ve zenginlik kazanır. Omuz omuza kılınan cemaat namazlarının eşit safları amir-memur, zengin-fakir, ırk, renk, dil ayırmadan müminlerin vahdetini günde beş kez pekiştirir. Cuma namazları ve hutbeleri, müminlerin haftalık olarak imanî-ibadî-siyasî-içtimaî bilinçlerini diri tutar. Hacda Kâbe’yi tavaf eden müminlerin Arafat buluşması ise, ümmetin yıllık kongresi olmak lâzım gelir...

İşte namazın bu belirleyiciliği ve hayatı tümüyle dizayn edici özelliği sebebiyledir ki, Ebû Cehil ve taifesi Muhammed aleyhisselâmın Kâbe’de namaz kılmasını engellemeye kalkıştılar(96/9-10); yine namazın sosyo-ekonomik hayata müdahaleyi emredici özelliğini keşfetmeleri sebebiyledir ki, Medyen ve Eykeliler Şuayb aleyhisselâmın namazını hedef aldılar(11/87). İki taraf da, ikâme-i salâtın din binasını inşa ederek hayatlarının bütün alanlarını kuşatacak muazzam bir medeniyete vücut vereceğinin bilincindeydiler.

Bu mesaj, citizen tarafından, 15.07.2009 03:16:52 itibariyle düzenlenmiştir.
Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: paraklit, ZUBEYR, MEMUR58, ben_enemie, Ellaeso,
Son Oturumlar: