Görüntülenme: 16291
Alemlere Rahmet Hz Muhammed (S.A.V.)
2009/04/04 11:06
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 8,2 (2 oy)

Alemlere Rahmet Hz Muhammed (S.A.V.)


Kur’an-ı Kerim, Hz. Muhammedin alemlere rahmet olarak gönderildiğini ifade eder. (Enbiya Sûresi, 107) Yağmur nasıl ki bir rahmettir, yeryüzünün hayat bulmasına sebep olur, öyle de, Hz. Muhammed dahi insanlığın manen hayat bulmasına sebep olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Onun getirdiği din ile insanlığın mühim bir kısmı puta tapmaktan, vahşetten, bedevilikten kurtulmuştur.

Onun engin şefkatini, sınırsız merhametini gösteren bir kaç olaya bakalım. Mesela:
-Tufeyl bin Amr, Resulullaha gelir, kabilesinin İslama girmeyi reddettiğini söyler ve onlar için beddua talebinde bulunur. Hz. Peygamber ellerini kaldırır ve söyle dua eder: "Allah’ım, onlara hidayet ver, onları imana getir."

-Benzeri bir durum Sakif kabilesi için söz konusu olur. Yapılan savaşta Sakif okçuları Müslümanlara hayli zarar vermiştir. Sahabeden bir kısmı, "Ya Resulullah Sakif kabilesinin okları bizi yaktı, onlara beddua et!" deyince, Resulullah şu duayı yapar: ‘’Allah’ım, Sakife hidayet ver!’’

-Hımar isimli birisi müzmin sarhoştur. Kendisi bu yüzden bir kaç defa cezalandırılmıştır. Yine bir ceza uygulanacağı sırada, oradakilerden birisi ona lanet okur. Hz. Peygamber hemen müdahale eder, "Öyle demeyin" der. Ona lanet yerine ‘Allah’ım ona merhamet et, kusurlarını affet’ deyin. Vallahi, onun hakkında benim bildiğim şudur: O, Allah ve Resulünü seviyor.’’

Onu öldürmek isteyenler bile onun engin merhametinden nasiplerini almışlar, onunla hayat bulmuşlardır. Mesela:

Bir sefer dönüşü Peygamber bir ağacın altında istirahat ederken bir bedevi müşrik elinde kılıçla gelir. Tam vuracağı sırada Peygamber gözlerini açar. Müşrik, "Seni benim elimden kim kurtaracak?" der. Peygamber sakin bir şekilde "Allah!" diye cevap verir. Müşrik o sırada gayptan bir darbe yemiş gibi sendeler ve kılıç elinden düşer. Peygamber kılıcı eline alır "Şimdi seni kim kurtaracak?" diye sorar. Müşrik, "Hiç kimse." der. Peygamber, "Haydi, gidebilirsin, seni affettim" deyince bu zat Müslüman olur.

Onun "Rahmet peygamberi" oluşundan hayvanlar bile pay almışlardır. Mesela:

-Hz. Muhammed ve bazı arkadaşları bir sefer esnasında yol alırlarken ağaç altında uyuyan bir ceylana rastlarlar. Hz. Peygamber arkadaşlarına "aman rahatsız etmeyin !" der, sessizce yollarına devam ederler.

-Hz. Peygamber, kedi yüzünden bir kadının ilahi cezaya uğradığını bildirir. Bu kadın kediyi hapsetmiş, kendisi bir şey vermediği gibi, rızkını aramasına da engel olmuştur. Kedi sonunda ölür. Kadın, bu yüzden azap görecektir.

-Bir başkası ise, köpeğe yaptığı iyilik yüzünden cennete girecektir. Hz. Peygamberin bildirdiğine göre, çölde yol alan birisi iyice susamıştır. Sonunda bir kuyuya rast gelir. Aşağıya inip kanasıya su içer. Kuyudan çıktığında, susuzluktan dili sarkmış, neredeyse ölmek üzere olan bir köpek görür. Onun haline acır, tekrar kuyuya iner, ayakkabısıyla köpeğe su çıkarır, içirir. Bu fiiliyle Cenabı-ı Hakkın rızasını kazanır.

 

Prof. Dr. Emine Yeniterzi

Bütünüyle dinî kültürle içice olan klasik edebiyatımızda mevlid, sîre, hilye,miracname, Hicretü'n Nebi, şefaatname, kırk hadis, yüz hadis gibi Hz. Peygamber'le ilgili zengin türlerden biri de "Esma-i Nebî"dir. Cenâb-ı Hakk'ın isimlerinin topluca verildiği Esma-i Hüsna tarzındaki manzumelere benzer şekilde; hem Allah'ın hem de bütün Müslümanların ortak sevgilisi olan Hz. Peygamber'in dinî kültürde yer alan isimlerinin manzum veya mensur, müstakil eserler halinde toplanılması da bir gelenek olmuştur.

İnancın yanında, bizzat Hz. Peygamber'in bir hadisi, şairleri Esma-i Nebîkonusunda yazmaya teşvik etmiştir. Bir hadiste; Hz. Peygamber'in isim ve sıfatlarını yazan, okuyan ve asan kimsenin evine bela, hastalık, dert, illet, göz değmesi, haset, büyü, yangın ve yıkıntı gibi şeylerin yaklaşmayacağı gibi; ism-i şeriflerinin orada bulunduğu sürece ev halkına fakirlik, zehirlenmek, gam gibi sıkıntıların da gelmeyeceği belirtilir. Bu hadis dolayısıyle Hilye-i Şerifler yanında Esma-i Nebî levhaları da asırlarca Müslüman evlerinin birer süsü olmuştur.

Hz. Peygamber'in; Kur'ân-ı Kerim ve hadislerde belirtilen isimleri ile İslami kültürde yer alan isim, sıfat, künye ve lakapları pek çok mensur esere konu olmuştur. Bu eserlerden en çok şöhret bulanı Süleyman Cezuli'ye aittir. Hz. Peygamber'in iki yüz bir ismini ele alarak açıklayan bu eseri on altıncı asırda Kara Davud İzmiti Türkçe olarak şerhetmiştir. "Tevfiku Muvakkıfu'l-Hayrat li-Neyli'l-Berekât Fî-Hidmeti Menbai's-Saadet" adlı şerh halk arasında kısaca Delail-i Hayrat Şerhi veya Kara Davut adıyla bilinir. Burada Hz. Peygamber'in en meşhur iki yüz bir adının verilmesine mukabil, bazı eserlerde O'nun bin veya iki bin yirmi ismi olduğu görüşleri de mevcuttur. Zira isimlerin çokluğu ismi alan kişinin şerefine işaret eder düşüncesiyle, Hz. Peygamber'de mevcut olan bütün sıfatlardan O'nu medheder mahiyette isimler türetilmiştir.

Yüce Peygamber'in bu türden ve sayısı bini geçen isimlerinin bir kısmı Kur'ân-ı Kerim'de, hadislerde, kendisinden önce gelen mukaddes kitap ve sayfalarda belirtilmiş; bir kısmı Esma-i Hüsna veya diğer peygamberlerin isimleriyle ortak olmuş, diğerleri de dinî ve edebî kültürümüzde yalnızca O'na has özel adlar olarak kullanılmıştır. Buna göre Hz. Peygamber'in isimlerini aşağıdaki tasnif içinde değerlendirmek mümkündür:

Image

  1. Kur'ân-ı Kerim'deki isimleri: Ahmed, Emin, Beşîr, Burhan, Hâtem, Dâî, Rauf, Rahim, Rasûlu'r-Rahme, Sirâc, Münîr, Sırât-ı Müstakim, Tâ-Hâ, Yâ-Sîn, Hâ-Mîm, Abd, Urvetü'l-Vüskâ, Kademü's-Sıdk, Muhammed, Müddesir, Müzzemmil, Mustafa, Müctebâ, Nebiyyü'l-Ümmî, Nezîr, Nimetullah, Hâdî.
  2. Diğer kitap ve sayfalardaki isimleri: İncil'de; Ahmed, Baraklit, (veya Faraklit), Hanbatâ, Rûhu'l-Hâk, Rûhu'l-Kuds, Sâhîbü'l-Kâdîb, Sâhîbü'n-Naleyn. Tevrat'ta; Ahyed, Bidbid, Dahûk, Mütevekkil, Muhtar. Zebur'da; İklîl, Cebbar, Hamyâtâ, Hâthât, Kayyim, Mukîmü's-Sünne. Diğer peygamberlere indirilen suhufta;Ehûnâh, Tâbtâb, Müşeffih, Ecîr, Hâtem, Mâzmâz, Munhaminnâ'.
  3. Hadislerde belirtilen isimleri: Ahmed, Ahyed, Emîn, İmâmü'l Muttakîn, Haşir, Habîbullâh, Râkibül-Burak, Rasulü'r-Rahme, Rasûlü'r-Râhe,  Rasûlu'l-Melâhim, Seyyidü'l-Mürselîn, Seyyid-i Veled-i Adem, Sabık, Şeff, Şâfı', Müşeffa', Sâhîbü'l-Hâtem, Tâ-Hâ, Zahir, Âkıb, Abdullah, Kâidü'l Gurri'l-Muhaccelîn, Kuşem, Mâhî, Muhammed, Müddessir, Müzzemmil, Muktefî, Mukaffa, Nebiyyü't-Tevbe, Nebiyyü'r-Rahme, Nebiyyü'l-Melhame, Yâ-Sîn.
  4. Esmâ-i Hüsna ile ortak olan isimleri: Evvel, Âhir, Cebbar, Hâmid, Hamîd, Hâk, Habîr, Ra'ûf, Rahim, Şâhid, Şehîd, Şekûr, Sâdık, Azız, Azîm, Afüvv, Alîm, Fettâh, Kuddûs, Kavı, Zû-Kuvve, Kerim, Ekrem, Mübeşşir, Mübîn, Mahmûd, Mümin, Müheymin, Nûr, Velî, Mevlâ, Hâdî, Yâ-Sîn.
  5. Hz. Peygamber'in diğer Peygamber ve Din büyükleriyle ortak olan isimleri: Yüce Peygamber'in Ahmed, Muhammed, Âkıb, Haşir, Mukaffa, Nebiyyü'l-Melhame gibi isimleri yalnızca kendisine hastır. Ancak Rasûlullah, Nebiyyullah, Abdullah, Şâhid, Mübeşşir, Nezîr, Nebiyyü'r-Rahme, Nebiyyü't-Tevbe gibi isimleri diğer peygamberlere de verilmiştir. Bu arada Hz. Adem'in Safıyyullâh, Hz. İbrahim'in Halîlullâh, Hz. Musa'nın Kelîmullâh, Hz. İsa'nın Rûhu'l-Kuds, Hz. Ali'nin Murtezâ ve Müctebâ, İmam Gazzali'nin Hüccetü'l-İslam isimleri aynı zamanda Hz. Peygamber'in de ismidir.
  6. Yalnızca Hz. Peygamber için kullanılan tabirler: Dinî ve edebî metinlerde geçen Fahr-i Kainat, Fahr-i Adem, Mefhar-ı Âlem, Ebü'l-Müminîn, Hayru'l-Mürselin, Kân-ı Şefaat, Mahbûb-ı Hâk, Muîn-i Beşer, Rasûlü's-Sakaleyn, Seyyidü's-Sâdât, Seyyidü'l-Mürselîn, Sultânı Enbiyâ gibi terkipler doğrudan Hz. Peygamber'e işaret eden tabirlerdir. Bu sebeple kültürümüzde ve edebiyatımızda Yüce Peygamber için kullanılan bu tabirlerin, sıfat manası dikkate alınmadan birer özel isim olarak telakki edilmeleri ve imlada da büyük harflerle yazılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
  7. Hz. Peygamber'in edebî mahiyetteki isimleri: Edebî metinlerde, özellikle naatlarda Hz. Peygamber için sultan, ay, güneş, deniz, inci, gül, bülbül, servi, çerağ, tabib gibi motifler ele alınırken; bu teşbih ve istiarelere bağlı terkipler çoğu zaman birer isim olarak kullanılmıştır. Bunlardan bazıları: Meh-i Burc-i Fezâyil, Bedr-i Dücâ, Mâh-ı Münîr, Sadr-ı Bedr-i Kâinat, Âyîne-i Ezel, Mir'ât-ı Huda, Cevheri Zât, Dürre-i Beyzâ, Dürr-i Yetîm, Şems-i Kevneyn, Şems-i Sübhân, Âfitâb-ı Evc-i Dîn, Neyyir-i A'zam, Sehâb-ı Rahmet, Tabîb-i Marîz-i İsyân, Menba-ı Âb-ı Hayât, Nizâmü'l-Âlemîn, Rûh-i-A'zam, Ser-Çeşme-i Kerem, Serv-i Bostanı Dîn, Şâhenşâh-ı Asfiyâ, Ukde-Güşâ gibi.
  8. Hz. Peygamber'in isimleriyle ilgili bütün bu tasniflerin dışında: O'nun değişik zaman, mekan ve topluluklara göre aldığı adlar da ayrı bir kategori teşkil eder. Buna göre Hz. Peygamber'e; Ahmed isminin dünyaya gelmeden önce, Muhammed'in hayatta iken, Mahmud adının da kendisinden sonra verildiği konu edilir.

Ayrıca Ka'bu'l-Ahbâr'dan nakledilen bilgilere göre Hz. Peygamber: "ehl-i cennet meyanında ABDÜ'L-KERÎM, ehli berzah indinde ABDÜ'L-CEBBAR, melaike-i arş lisanında ABDÜ'L-HAMİD, şair fıriştegân beyninde ABDÜ'L-MECİD, peygamberân arasında ABDÜ'L-VEHHÂB, cinniyân içinde ABDÜ'R-RAHİM, şeyâtînde ABDÜ'L-KAHHAR, cibâlde ABDÜ'L-HALLAK, bahrde ABDÜ'L-KADİR, balıklarda ABDÜ'L-KUDDUS, haşerâtta ABDÜ'L-MUGİS, vahşilerde ABDÜ'R-REZZAK, sibâ yani yırtıcı hayvanlarda ABDÜ'S-SELAM, dört ayaklı hayvanlar indinde ABDÜ'L-MÜ'MİN, kuşlar indinde ABDÜ'L-GAFFAR" isimleriyle bilinmektedir.

Buraya kadar görülebileceği gibi Hz. Peygamber'in gerek edebî, gerek dinî; O'nun her yönden maddi ve manevi üstünlüğünü, örnek oluşunu, Hakk'ın ve Müslümanların sevgisini ifade eden yüzlerce ismi vardır. Bu isim ve sıfatlar ile mahiyetleri konusunu ele alan mensur eserler yanında, edebiyatımızda yalnızca bu konu üzerinde yazılmış müstakil manzumeler de vardır.

Bu mesaj, m1gin tarafından, 24.05.2010 19:00:19 itibariyle düzenlenmiştir.

 Prof. Dr. Mevlüt Güngör

İslam’ın temel kaynağı olan Kur’ân’da Yüce Allah, Hz. Peygamber’i ve O'nun sünnetini çok müstesna bir yere oturtmakta ve O'na itaati kendisine olan itaatle bir tutmaktadır (Nisa 4/80). Ancak şunu da belirtmek gerekir ki bağlayıcılık açısından sünnetin tamamı aynı seviyede değildir. Çünkü sünnetin de kendi içinde tasnifi söz konusudur. Hz. Peygamber’in uygulamaları arasında bağlayıcılık açısından farz, vacip, haram ve mekruh olanlar olduğu gibi müstehab, mendub ve mübah derecesinde olanlar da vardır. Aynı durum Kur’ân için de söz konusudur.

Image

Sünnete kaşı genel bir kayıtsızlık ve umursamazlık içinde olanları bu tavra iten önemli sebeplerden birisi de bunlardan bazılarının sünneti ve hadisleri tamamen vahiy dışı olarak görmeleridir. Halbuki sünnetin bir bölümü de vahiy kaynaklıdır. Kaldı ki, Rasûlullah’ın vahiy kaynaklı olmayan söz, fiil ve takrirleri de ilahî kontrolden geçmiştir. Yani onun hataları -diğer insanlarda olfduğu gibi- düzeltilmeden yüzüstü bırakılmamıştır. Biz Peygamber’in masumluğunu da zaten böyle anlıyoruz. Nitekim O'nun en küçük hataları bile bizzat Kur’ân âyetleri ile düzeltilmiştir. O'nun diğer insanlardan farkı da iştef bu noktadadır. O'nun hatalarının yüzüstü bırakıldığını kabul etmek, dinin bize bazı yanlış ve eksikliklerle ulaştırılmış olmasını da kabul etmek demektir ki, o zaman bu tebliğe “belâğun mübin” “apaçık tebliğ” demek mümkün değildir. İşte bu sebeple sünnetin dindeki değerini ortaya koyan unsurlardan birisi de hepsinin olmasa da bir bölümünün vahiy mahsulü olmasıdır.

Kur’ân’a baktığımız zaman vahyin sadece peygamberlere gönderilen ilahî bir kitapla sınırlandırılmadığına, Hz. Peygamber’e Kur’ân dışında da vahiy verildiğine işaret eden pek çok âyet görmekteyiz.

Kur’ân’da, Hz. Peygamber’e ve diğer bazı peygamberlere kendilerine verilen Kitaplar'ın yanında bir de “hikmet”in verildiği ifade edilmektedir.

“Allah Sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve Sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın Sana olan lütfu cidden büyük olmuştur.” (Nisa 4/113).

Hz. Peygamber elbette kendisine indirildiği belirtilen Kitapla birlikte bu hikmeti de ümmetine tebliğ etmiştir. Nitekim Bakara sûresinde şöyle buyrulur: “Nitekim, kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi arındıran, size Kitap ve hikmeti ve bilmediklerini öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara 2/151).

Bu ve benzeri âyetlerde Kitap’a ilave olarak Hz. Peygamber’e verildiği zikredilen bu “hikmet” alimlerce genelde Allah’ın elçisine verilen “sünnet” olarak tefsir edilmiştir. Mesela bunlardan İmam-ı Şafiî bu görüşünü şöyle dile getirir:

“Allah (burada) önce Kitap’ı -ki ondan maksat Kur’ân’dır- ardından da “hikmet”i zikretmiştir. Kur’ân ilimleri sahasında ehliyetlerinden emin olduğum kişilerden işittim ki, buradaki “hikmet”ten kasıt, Rasûlullah’ın sünnetidir. Çünkü önce Kur’ân zikredilmiş peşinden ayrı olarak “hikmet” eklenmiştir.”

Evzaî  (ö. 157/774) de, Hasan b. Atıyye’nin “Cibril, Kur’ân’ı indirdiği gibi, sünneti de Peygamber’e getiriyordu.” dediğini nakleder. Hz. Peygamber’in Kur’ân dışında da Yüce Allah’tan vahiy aldığını gösteren delillerden birisi de hiç şüphesiz O'na Kur’ân’ı tebliğ görevi yanında bir de Kur’ân’ı açıklama görev ve yetkisinin verilmiş olmasıdır. O bu görevi elbette sadece kendi şahsi bilgi ve içtihadıyla değil, Yüce Allah’tan aldığı ilave bilgilerle yapacaktır:

“Sana bu Zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın ve ta ki onlar da düşünüp öğüt alsınlar.” (Nahl 16/44).

Yüce Allah Hz. Peygamber’e izaha muhtaç Kur’ân âyetlerini açıklama yetkisini verdiği gibi, O'nun hakemliğinin ve verdiği hükümlerin kabulünü de vurgulu bir şekilde öngörmüştür. Hz. Peygamber elbette bu görevini yerine getirirken hem Kur’ân’a orada yoksa Kur’ân dışı aldığı bilgilere orada da bulunamazsa kendi içtihadına göre verecektir.

Bu durumda Hz. Peygamber’in sadece Kur’ân’da mevcut hükümlerle kayıtlı olmaksızın genel hüküm koyabilme yetkisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim O bazı konularda önce vahiy beklemiş, gelmeyince kendi içtihadına göre veya Kur’ân dışında aldığı vahiy ile hüküm vermiştir. O'nun bu hükümleri hiç şüphesiz vahyin kontrolü altındaydı. Bu sebeple zaten büyük hatalar yapması düşünülemeyecek olan Hz. Peygamber’in küçük bazı hataları bile vahiy tarafından düzeltiliyordu. Bu bakımdan onun her türlü hükmü bir nevi vahyin tasdikinden geçmiş hükümler oluyordu.

Hz. Peygamber’in hüküm verme yetkisini ifade eden âyetlerden birisinde şöyle buyrulmaktadır:

“Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde Seni hakem yapıp, sonra da Senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça inanmış olamazlar.” (Nisa 4/65).

Hz. Peygamber hüküm verirken bazen doğrudan doğruya bir âyete dayanmış, bazen Kur’ân dışı bir vahye istinad etmiş, bazen de dinin ruhuna en iyi hakim olan birisi olarak kendi içtihadıyla hareket etmiştir. Ama her halükarda elbette onun peygamberlik görevi ile ilgili bütün tasarrufları ilahî kontrolden geçmiştir.

Hz. Peygamber’in Kur’ân’da olmayan hususlarda verdiği hükümlere örnek olarak beş vakit namazın zamanı, rekatları, nasıl kılınacağı, vitir namazının vacip oluşu, orucu bozan ve bozmayan şeyler, kimlere zekatın farz olduğu ve miktarı, içki içmenin cezası, hırsızın hangi miktarda hırsızlık yaparsa cezalandırılabileceği, hayızlı kadının namaz kılmaması, oruç tutmaması, büyük annenin mirası gibi konular sayılabilir.

Bu mesaj, citizen tarafından, 11.03.2010 01:20:33 itibariyle düzenlenmiştir.
O
2012/04/18 0:29
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 8,5 (1 oy)

 "Saçı fazla uzun olmazdı ve tam kıvırcık denilmeyecek derecede dalgalı idi. Saçını ortadan ayırır ve dört bölük halinde; ikisini omuzlarına, ikisini de kulaklarına doğru bırakırdı. Bu saçlar, misk gibi siyah renkli ve güzel kokulu idi.

Her iki mânâda alnı açıktı. Bu alın genişçe ve buğday renkli idi. Ortasında daima bir nur parlardı.

Yüzü değirmi idi. Ona dikkatle bakılamazdı. Çehresi ayın on dördü gibi parlardı. Dolgun veya şişman olmadığı gibi kuru ve zayıf bir yüz de değildi. Yanakları ne etli ne de çöküktü.. Öfkesi ve memnûniyeti, yüzünden anlaşılabilirdi.

Uzun, ince ve hilal kaşlı idi. Kaşlarının ucunda kıvrım vardı. İki kaşı arasında tüy yok idi ve bembeyaz görünürdü.

Kirpikleri siyah ve uzun idi.

Gözünde ezelden bir sürme mevcuttu. Beyazı katı beyaz; karası kapkara idi. Baktığı zaman karşısındaki kişi nazarına dayanamaz ve gözlerine dikkatle bakamazdı.

Burnu mütenasip idi. İki kaşına yakın olan kısmı bir parça yüksekçe idi. Koku almakta çok hassastı.

Ağzı ne çok büyük; ne de çok küçük idi.

Dişleri aralıklı olup üst üste değildi. İnci gibi bembeyazdı. Konuşurken ön dişleri arasından bir nur çıkar gibi görünürdü.

Gülüşü tebessümden ibaretti. Kahkaha ile gülmekten hayâ ederdi. Ömrü boyunca hiç kahkaha ile gülmedi.

Çenesi yuvarlak idi.

Sakalı sık ve siyah idi. Ömrü boyunca sakalında yalnızca 17 kılı ağarmıştı. Her yeri aynı uzunlukta kesilirdi.

Boynu ve gerdanı bembeyaz idi. Boynu ne uzun; ne kısaydı.

Pazuları etli ve beyaz idi.

Omuzları genişti. Yassı yağrınlı olup yağrının ortası etli idi. Nübüvvet mührü iki kürek kemiği arasında ve sağ omzuna yakın bir yerde bulunuyordu. Bu mühür, siyaha çalan sarı renkte olup çeyrek altın büyüklüğünde bir ben idi.

Beden olarak ince yapılıydı. Göğsü ve karnı birbirine uygun ve aynı düzgünlükte idi.

Orta boylu sayılırdı. Göze çarpacak kadar kısa; dikkat çekecek kadar da uzun değildi. Orta boylu olmasına rağmen kendisinden uzun birinin yanında el ayası kadar uzun görünürdü. O kişi yanından ayrılınca yine orta boylu gösterirdi. Teni gül gibi kokardı ve yaşı ilerledikçe âdetâ tazelenirdi.

Yürürken hızlı yürürdü. O kadar ki ayakları altında yeryüzü dürülüyormuş gibi olurdu. Hayasından yokuş iner gibi önüne eğik olarak yürür ve etrafına bakınmazdı. Bir yere yöneldiği zaman bedeniyle birlikte döner, asla başını çevirerek bakmazdı. Başını çevirip bakmak insanı hayasız eylediği için onun bu tavrı ümmetine sünnet olmuştur.

Yolda birdenbire karşısına çıkıveren kişi ondan heybet duyar ve aciz kalırdı.

Konuştuğu kişiye güzel kokusu siner ve birkaç gün çıkmazdı. Bir çocuğun başını okşasa birçok günler çocuğun kokusundan, ona dokunduğu bilinirdi.

Etkili konuşması ile müşrikler Müslümanlığı seçerdi. Sözlerinde ruha ferahlık veren bir edâ var idi. Asla dedikodu ve malayâni konuşmazdı.

Giyecek olarak en çok beyaz; sonra yeşil rengi tercih ederdi. Yazın ince atlas kumaş; kışın yün giyerdi. Elbisesi asla gösterişli olmazdı. Ömrü boyunca aynı anda iki elbiseye birden sahip olmadı.

Kısacası yaratılış ve huyca ne o tam olarak kimseye benzer; ne de kimse ona benzeyebilirdi.''

Hilye-i Hâkanî


Bu mesaj, m1gin tarafından, 18.04.2012 02:07:07 itibariyle düzenlenmiştir.
Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: Hayati, masalozt, masalozturk, aculha, ozelbera,
Son Oturumlar: