Görüntülenme: 370241
İçimizdeki Çocuk
2010/04/23 15:07
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Bugün Cuma namazına gittiğimde, her zaman neredeyse yarısı dolmayan caminin, tamamen dolmaya yüz tuttuğunu gördüm ve sebebini düşünmeye başladım. 

Bugünün bir özelliği olmalıydı! 

Aylar önce, yılbaşı dolayısıyla 1 Ocak 'ın tatil edilmiş olmasından istifadeyle cemaat sözünü ettiğim camiyi hıncahınç doldurmuştu. 

O gün düşündüm... Demek Cuma günleri tatil edilse yahut en azından Cuma vaktine özel bir düzenleme getirilse, katılım önemli bir oranda artabilirmiş. 

Her neyse... Yılbaşındaki kadar olmasa da, bugünkü doluluğun hikmetini az biraz düşünmeme rağmen bir sonuç elde edemedim... Ta ki imam, hutbede, çocukların 23 Nisan bayramlarını kutlayana dek. 

Şayet ara ara yaptığım gibi, hutbeyi dikkatle dinlemiyor olsaydım, o anda doluluğun sebeb-i hikmetini öğrenemeyecektim. 
Ama dikkatsiz olsaydım bile, Z.SARI 'nın birkaç saat sonra yollayacağı şansı yakalayabilir ve durumu anlayabilirdim, gibime geliyor. 

Göndermiş olduğu cep mesajda, Z.SARI; benim Cumamı tebrik ederken, içimdeki çocuğun da bayramını kutlamış. 

Ben de, kontör harcamak istemediğim, telefonu kullanarak yanıt yazmaktan üşendiğim ve dahi telefonu pek sevmediğim için, siteden özel mesaj göndermeyi yeğledim. 

Göndermiş olduğum mesaj, teşekkürle başlıyordu. 
Akabinde, Z.SARI 'nın Cuma gününü ve 23 Nisan şenliğini kutladım. 

Evet! Farkedildiği üzere, içindeki çocuğu muhatap almadım... Z.SARI 'ya ayıp olsun istemedimdi yani! 

 

(Daha önce, yaş meselesiyle ilgili atışmamızda, onu küçülteceğimi söylemiştim, öyle değil mi? )

İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com
bayramımız kutlu olsun.....
2010/04/24 0:49
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Bugün fark ettim Zuhal’ in simgesini. Daha doğrusu kızım deyince dikkatimi çekti. “anne Zuhal ablanın resmi dünya çocukları”. Gözüm simgesine takıldı ve ayrıntıları fark ettim. Hiç dikkatli değilmişim. Kendi kendime gülümsedim kızıma çaktırmadan. “ hı hı ” dedim sanki biliyormuş gibi

 Sevgili Zuhal kendisini anlatan bir simge seçmiş meğer.

İçindeki çocuğu hep canlı tutan ve çevresindeki insanların içindeki çocukları uyandıran Sevgili Zuhal bayramın kutlu olsun, bayramımız kutlu olsun

 

İçimizdeki Çocuk Ölmesin...

Hepimizin içinde yaşayan, eskilerden bir tanıdık, bir ayrıntıdır o.Belki varlığını, uzun süredir hissetmediğimiz ama içimizde yaşayan. Arada sırada söyle bir başını uzatan gözleri kıpır kıpır sevgi kıvılcımlarıyla dolu.O geçmişimiz, içimizde yaşatmamız gereken çocuk yanımızdır…
Üzerindeki takım elbiseye bakıp ta koca bir ah çekmek geçiyor içinden değil mi.
 

Belki haklısın, artık büyüdün. Nerden çıktı şimdi bu içimde yaşadığım kıpırtı da diyebilirsin. Seni tetikleyen ne olmuş olabilir ki. Gördüğün pamuk şeker mi, parktaki çocuklar mı kayan, sallanan, top oynayan. Belki de annene duyduğun özlem tetikledi bunu. Sebep ne olursa olsun içindeki kıpırtının sesini dinle. Sen ne kadar büyüsen de o yaşamak ister. İçimizdeki çocuk ölmesin…
 

Hadi bu gün çıkar üstündekileri ve daha rahat olabileceğin giysini giy. Önce bir parka git. Biraz parkta otur . Gözle biraz oradaki çocukları, yüzlerindeki mutluluğu oku. Kuma, toprağa bulanmış yüzlerindeki ışığı gör. Önce bu sıcaklığın yüzüne yansıdığını sonrada gülümsediğini kısa bir sürede fark edersin. Bir ışık yayılır yüzüne ve bu ışığı etrafına o kadar güzel yansıtırsın ki ve fark edersin içinde yaşayan çocuğun hala oralarda bir yerlerde olduğunu. Buda senin bütün hareketlerine ve işlerine yansır. Korkarak sana dosya getiren sekreterine, iş ortağına, sana tedirgin bakan komşunun oğluna, en büyük ayrıntı kendi çocuğuna…
 

İzin ver pamuk şeker ellerine ve yüzüne bulaşsın. Yediğin çikolatadan zevk al.Elma şekerini yerken önce sapını çıkar ve onu ellerine al. İzin ver ellerin, yanakların, dilin kırmızı olsun. İzin ver içindeki çocuk ortaya çıksın. Bu koca bedenin olaylara bakışı değişsin artık.

Kuşları farklı görsün, kedilere başka baksın, hayatta iş dışında para dışında, yaşanacak güzellikler olduğunu anlasın. Koca bedenin ve küçük ruhunla tanımaya çalış dünyayı. Ne kadar heybetli bir beden ama ne kadar çocuksu bir dünya yarattığına bak. Masum, duygusal, Kaf dağının bütün masallarıyla beraber gerçekler ülkesi birlikte. Bak bu gün çiçekler bile daha bir başka. Yansıttığın mutluluğu görebiliyor musun?
 

O zaman izin ver içindeki çocuk dışarı çıksın. İçimizdeki çocuk ölmesin…
 

-alıntı-

yoga, meditasyon
2010/05/13 4:22
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

ülkemizde spor adı altında yoga,meditasyon vb.uygulamalar hergeçen gün artıyor,iyi de bunlar tam olarak spor yapmıyorlar ki hinduizm ayini yapıyorlar,belki hiç de farkında olmadan,bir brahman resminin karşısında ,hatta o brahman'ın ayağını yıkadığı  suyu da içittiriyorlar,geçtiğimiz aylarda bir askeri okulda yoga uygulaması adı altında bunlar gerçekleştirildi.kaynak:sorularla islamiyet

gençlik zaten elden gidiyor,hintliler de biz de faydalanalım diyorlar.

Yanıt: GENÇLİK İSTASYONU
2010/05/14 22:52
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Sayın kobay detaya dikkat edip bizlerle bilgilerinizi paylaştığınız için teşekkürler.

Maalesef namaz kılan gençliği gözü kara katil ile eşdeğer gören zihniyetler her nedense bu tür şeyleri ruhu dinlendirmekle meth ediyor , yüceltiyorlar.

Madem bu hareketler önemli o halda namaz kılarakda bu hareketleri yegane yapabilirz değil mi ?

Üstelik ruhun hissettiği huzur-maneviyatta cabası yada gençliğin tabiriyle bonusu =)

Namaz kılmaya utanır hale getiren zıhniyet utansın ne diyelim

 

Bir Zamanlar Ne Güzel Çocuktuk (!)

Dili geçmiş zamanlarda rastlıyorum maziye. Alıntı ile; Geçmiş şimdi olduğunda.
Yıllanmış demlerin faizsiz, bereketli olduğu zamanlar…
Şimdi kararsızım. Ya çocuk olup o günleri yazacağım ya yetişkin olup hayıflanacağım. Değerli Salih abimin sözünü hatırladım şimdi; Yol ayrımına gelinmişse ortadan gidilmez… O halde ruh haline göre yol alacağız demektir =)

Bakalım kalemimiz bizi nere sürükleyecek =)

Anı yaşayıp göreceğiz; Vira Bismillah…

Bir çığlık sonrası kulak tırmalayan ağlayan bir ses; Hoş geldin dünyaya Bebek…
İşte dünya hayatı başlıyor ve kulağa okunan ilk Ezan; Allah-u Ekber =)
Okuduğun sözü hatırladın mı?
Hani tek kulağına üç küpe birden takmana annenin kızdığı, sonrasında da yakıştırdığı ve senin hep bahane olarak; kulağıma küpe olan Arap atasözü için takıyorum deyişin =)
Sahi neydi o atasözü? Hadi aynadan küpelerine bak ve hatırla =)

‘‘Ey insan, doğduğun zaman ağlarsın lâkin etrafındakiler güler. Ey insan! Bir günde dünyadan çıkacağın gün gelecek, dikkat et, o gün sen ferahlı olasın, gülesin’’…

Hayat bu sözler üzerine daha değerli yaşanacaktı. Zamanın bereketinin kalmadığı Hayatın, çocukluk denizinde eriyecek, gençlik dalgalarında şahlanacak ve ihtiyarladığında ise Hayat denizine yakamoz vuracaktı.
Yedikçe acıktırıyor Hayat bizi. Nefsimin aldığı kiloları istiğfar merdivenlerinde eritmeye çalışıyor tövbe diyetiyle; gıybet yağlarından kurtulmak istiyorum. Gufran’ının denizinde erit tüm günahları mı Ya Rab(!) ve çocukluk masumiyetinde gölgelendir nefsimi -Âmin-

Büyüdük Azizim… Farkına varmadan büyümüşüz. Hayat artık bizi attaya götürmüyor =)
Hayat bize çözülmesi güç problemler sunuyor. Esasında bu problemleri de hazırlayan bizleriz ya neyse. Matematiğim zayıf da olsa çözdüm gibi bu problemi;

Pay: Hayat – (bölünen )
Payda: Zaman (bölen)
Çözüm: İnsan (bölüm)

Anladıkça büyüyor insan ve büyüdükçe büyüyor içimdeki şükür…

(bu burada kalmalı,hani biri demişti ya bişeyler tamamlandıktan sonra devamı gelmeli sanırım buda öyle bir şey ve içimden gelen son sözler; Canım Babam ve Annem Allah sizden razı olsun ve Canım Babam her şey senin için…)

Bu mesaj, m1gin tarafından, 21.10.2010 18:17:01 itibariyle düzenlenmiştir.
GENÇLİK İSTASYONU
2010/11/03 22:44
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Ahdolsun!..


Yaşadığı dünyanın haritasındaki bütün tanımları, bütün çizimleri, bütün görünümleri sevgiliye göre düzenleyen âşık haritacıyı bilirsiniz. Hani haritasını çizerken onun doğduğu şehir, onun evine giden yol, onun gezindiği çimenlik, onun altında oturduğu ağaç, onun su içtiği ırmak, onun... diye diye tanımlamış bütün mekanları ve yönleri.

Hakiki âşık imiş o. Çünkü gönülden bir ahdin sahibi olduğunuzda, ömür haritasının başka türlü çizilmesine imkân ve ihtimal yoktur. Hakiki aşk (hakikatli aşk), bir ahdin izini sürmekten başka bir şey değildir ve ömür haritasında bütün işaretler aşk ahdi üzerine olmadıkça kişi yaşadığını hissedemez. Böyle birisi belki ömür sürer, ama yaşayamadan ömrünü tamamlamış olur. Çünkü yaşamak, ahde vefa ile anlam kazanır. Ahdimiz ister ezelden kopup gelsin, ister gönülden... İster dil ile söylensin, ister göz ile...

Ahit (ahd) dediğimizde "yemin derecesinde kesin söz verme"yi anlarız ve bu kelimenin içine hem dinî bir kutsallık, hem de ahlakî bir erdem katarız. Nitekim karşılıklı ittifak hükümlerini ihtiva ettiği için Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarına Ahd-i Atik (evvelki ahit) ve Ahd-i Cedid (sonraki ahit) denilmiştir. Çünkü Allah değişik zamanlarda insanoğlu ile ahitler yapmış, peygamberlerini de bu ahde aracı kılmıştır. Nuh aleyhisselamın gemisindekilerle yapılan ahitte tufanın bir daha vuku bulmaması için buluta konan yay (gökkuşağı) bir alamet sayılmıştı. Hz. İbrahim'in hanif ümmetiyle yapılan ahitte ise sünnet olma bir alâmet olarak belirlenmişti. Tûr-ı Sina'da İsrailoğulları ile yapılan ahitte Hz. Musa aracılık etmiş, sonra bu eskiyince (Ahd-i Atik), Rab Taala Hz. İsa'nın şahsında insanlıkla yeni bir ahde girmiş (Ahd-i Cedid) ve Sina'nın hükmünü ortadan kaldırmıştı. Nitekim Hz. İsa son akşam yemeğinde kendi etini ve kanını bu ahdin alameti olarak feda etmiştir. İslam'a göre bu ahdin içini dolduran şey "kul olmak"tan ibarettir, sevenin sevilene kul olması... Dini terminoloji bu kulluğun içini namaz, zekat, peygamberlere itaat, Allah'a (Mutlak Sevgili) güzel takdimelerde bulunmak gibi davranış şakileriyle doldurur. Beşeri duygularla seven âşık ile maşuk arasında ise ayrılık, hicran, hasret, iştiyak (özlem), itaat, rıza (boyun eğme) gibi davranış biçimleri vardır. Her iki ahdin içinde de emir, yasak ve tavsiyeler olduğu gibi af ve mükâfatlar da yer alır.

Sevgili, lütfen ve keremen, âşıkı ile arasında bir ahitname oluştururken ona bir emanet (aşk) teslim etmekte, o emanete sadakat beklemektedir. Nitekim "Kalu-Bela"da olup biten şey de yalnızca bundan ibaret idi. Ta ki insanoğlu o emaneti hakkıyla korusun ve yarın Sevgili huzuruna çıkınca emanete halel getirmemiş olsun. Çünkü Sevgili, "Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bu emaneti yüklenmekten çekindiler, bundan endişeye düştüler. İnsan(a gelince, o tuttu) bunu sırtına yüklendi (Ahzab, 72)." buyuruyor. Yani ki bu emaneti taşımak öyle her babayiğidin harcı değildir; asalet ister, mertlik ister. Hani o halk manisi ne kadar da güzeldir: "Ayrılık büyük derttir / Sabreden ona merttir / Ahdini unutanlar / İnsan değil namerttir". Keza beşeri aşk taşıyan âşık da maşukunun emanetini taşıdığının farkında olmak zorundadır. O kadar ki, aşk emanetini korumak için gerektiğinde aklını bile feda edebilmelidir. Bunun için sevgili arada sırada vefasızmış gibi görünerek âşıkına hasret çektirir, cevr ü cefa eder. Ta ki âşık kemale erebilsin. Yozgatlı Hüzni'nin "Ben recadan sen de cefadan el çek / Ver aklımı, al aşkını ey melek / Beyhudedir senden ihsan beklemek / Nerde kaldı ahd u peymanelerin" mısralarında bunu görmek mümkündür. Bu emanetin ehline teslimi adına "Aşıklar mâşuka boyun eğerler / Ahdine sadakat gösterir erler (Sümmanî)." İlla ki sevgili, âşıkı bir gömlek daha kemale ersin, aşkın hakikatini daha derinden idrak edebilsin diye onu hep yarınlara salar, vuslatını geciktirir. Hani Gevheri'nin dediği gibi: "Derd-i derûnumu bilirim deyü / Tabip olup derman bulurum deyü / Ahd ü amân etti gelirim deyü / Beni ferdalara saldı da gitti."

Ahd kelimesine sözlükler "Bir şeyi korumak, halden hale onu muhafaza etmek" anlamını verirler. Hani o haritacı âşık gibi bütün ruh haritasını sevgiliyle, sevgilinin, sevgiliye, sevgilide, sevgiliden diye çizmek, her şeyi yalnızca sevgili olarak görmek, idrak etmek, anlamak ve yorumlamak... Ancak o vakit seven ile sevilenin vuslatı gerçekleşir. Nitekim Sevgili buyurur "Siz bana verdiğiniz ahde sadık kalın ki ben de size verdiğim ahdi ifa edeyim (Bakara, 40)". Öyleyse Sevgili'ye kul olanın, "A benim al çiçeğim / Nasıl senden geçeyim / Ahd ettim yemin ettim / Yoluna öleceğim" demesi gerekir. Gel gelelim Karacaoğlan şöyle diyor: "El-aman ne fena vakte yetiştik / Ahde vefa eder yârân kalmadı."

Gönül haritalarınızı kontrol ediniz; oradan çıkan yollar nereye gidiyor?!...

İskender PALA


Öncü Aranıyor
2010/11/03 23:09
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

İskender Pala pek başarılı ve nitelikli bir yazar; Z.SARI da pek başarılı okur-yazar ve nitelikli bir üye... Eyvallah... Buna diyeceğim bir şey yok! 

Gelgelelim Z.SARI'nın yukarıya eklediği İskender Pala imzalı yazının, aşağıya alıntıladığım kısmını pek anladığımdan emin değilim. 

Nitekim Hz. İsa son akşam yemeğinde kendi etini ve kanını bu ahdin alameti olarak feda etmiştir.

Anlamama öncülük edecek kimse var mıdır acep? Elbette ki bu öncülüğü Z.SARI yaparsa daha bir güzel olur yani. 

 

Bu mesaj, m1gin tarafından, 03.11.2010 23:10:25 itibariyle düzenlenmiştir.
İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com
Ahdolsun! =)
2010/11/23 20:54
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Değerli m1gin abim benden 'Ahdolsun! 'makalesınde ;

Nitekim Hz. İsa son akşam yemeğinde kendi etini ve kanını bu ahdin alameti olarak feda etmiştir

cümlesini anlayamamış ve benden öncülük istemiş =)

Nitekim bende yorumu okuyup soruyu değerli İskender Pala abimize mail atmış ve hayran sayfasındanda bilgilendirmiş hatta onunla da yetinmeyip gazeteye dahi telefon açmıştım =)

Zira asıl öncülüğün İskender Pala abimize ait olduğunu düşündüm ve asıl doğru olanda buydu sanırm =) .

Zira bir şiiri ve yazıyı hiçbirzaman yazarın duygu ve dilinden okuyamaz-anlayamayız ...

Gelelim neticeye fm =) Sonuçta değerli İskender Pala abimizden bir cevap alamadım

bu nedenle bu cümleyi okuduğumda bana düşündürdüklerini yazayım =)

Kıssadan hisse ;

Aklıma ilk Hz.İbrahim a.s. ve Hz.İsmail a.s. in Kurban kıssası geldi zira Hz.İbrahim'inde bir ahdi vardı

Daha sonra Hz. İsa nın çarmıha gelmesi ; etini canını ve kanını Rahman'ın yolunda vermesi , kul olması verilmiş bir ahdin sözü olarak düşündürdü ve sizin için şöyle bi detay öğreneyim dedim ve ;

 Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.)

Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi.

Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler.

Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.

Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

(Nisa Suresi, 157-158)

sonuç böyle işte =) Bakmışız ki değerli İskender Pala abimiz siteye uğramış ve hakiki öncülük yapmış olur =)

Nasib =)  Acizane düşündüklerim bunlar ;)

Tezâhürat
2010/11/23 21:22
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Çok güzel ya! 

Z.SARI, mesajına öyle iddialı bir giriş yapmış ki; sandım ki İskender Pala birazdan bu siteye bağlanacak ve konuya açıklık getirecek. 

Ancak Z.SARI'nın, İskender Pala'dan yanıt alamaması dolayısıyla bir miktar hayâl kırıklığı yaşadım. 
Ama olsun! Bu sefer Z.SARI kendini riske ederek, söz konusu bölümü açıklamaya yelteniyor! 

Hani İskender Pala'dan bir yanıt alınmış olunsaydı, işin perde arkası anlatılabilirdi... Lâkin dört koldan sarfedilen çabalara rağmen bir yanıt alınmadığı halde, bu durumun ifade edilmesi ciddi ciddi cesaret işi! 

Bir insan bu kadar kendiyle barışık olabilir yani! Bravo Z.SARI

Söz konusu cümleleri açıklama girişiminize hiç girmesem daha iyi olacak... Zira tezâhürat yapmaktan yorulduğumu hissediyorum. 
Bununla beraber, ayrı bir teşekkür edebilecek kadar mecalimin bulunduğunu biliyorum. 

Bu mesaj, m1gin tarafından, 11.12.2010 00:54:44 itibariyle düzenlenmiştir.
İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com
Yanıt: GENÇLİK İSTASYONU
2010/11/23 21:31
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Mesajınızı okuyunca bende gülmeye başladım

Reca ederim efendim ne demek =) Sizden bravo almak için dahi olsa değerdi bunca uğraş

Boşuna Tayyip amcamız dememiş ;

İşimiz Hizmet, Gücümüz Millet

Durmak yok makalelere Davam!!! =))

Öğreten değerler...
2010/11/24 17:58
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Hayatımın her anında her daim müteşekkiri borç bildiğim Saygıdeğer ;

İlkay Civelekoğlu,

A.Metin & Nursel Zirek,

Çağlar & Emine Topkara,

Sıtkı & Tuba Aslanhan,

Salih & Pınar Zengin...

biliyorum ki size dünyanın en iyi mücevherlerinide sunsam hakkınızı ödeyemem lakin vefanızı tutarak sizlere layık öğrenci olma yolunda ilerlemeye çalışıyorum İnşaallah bu yolda daim ve baki olurum...

Allah sizlerden razı olsun ve bizleri Livaül-hamd sancağı altında buluştursun inşaallah...

Bugünü vesile bilip sizlere olan vefa borcumu birkez daha zikretmek istedim...

ve Hayattaki gizli öğreten değerli şahsiyetler ;

Sizler benim adeta branş öğretmenlerim oldunuz . Herbirinizden ayrı ayrı Hayat Dersi öğrendim.

İsimlerinizi burada zikredemeyeceğim değerli şahıslar....

Ben çok şanslı biriyim ... Öyle ki dünyanın en değerli öğretmenlerini tanıdım ve hala görüşmekteyim

Çok şükür Rabbim!!!

ve son olarak il Öğretmenim Annem ve Babam sizleri çoook seviyorum ...

İyiki varsınız ve Rabbim sana hamd ve şükürler olsun - Amin-

 

Bu mesaj, Z.SARI tarafından, 24.11.2010 18:04:33 itibariyle düzenlenmiştir.
Osmanlı İşgalci miydi?
2010/12/13 1:05
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Şu bilinmelidir ki gümrükler hiçbir İslâmî dönemde, Osmanlı döneminde olduğu kadar işlek olmamıştı…
Avrupa’dan Afrika’ya, Doğu Avrupa’dan Karadeniz’in öbür yakasına, Hicaz’dan en uzak ülkelere, Hint’ten Avrupa’ya tüm kavşak noktalar Osmanlı ülkesi üzerinde olduğu için çok büyük ve verimli bir gümrük ticareti yaşanmıştır.

Fehmi Şinnavî

Ne kadar acı. Hatırlıyorum da, 1980 öncesinde Osmanlı tarihi okuyanlar, “İslamcı” çevrelerde “şanlı tarih” hastalığını bir idam yaftası gibi boyunlarına asarak gezmek zorunda kalırlardı. O günlerin sözde tarih anlayışı “Asr-ı Saadet”ten sonrasını daimi bir iniş ve aldanış, ihanet, hadi yumuşatalım biraz, gaflet süreci olarak damgalıyordu. Eh, Osmanlı da iyi bir şeyler yapmıştı ama o da inişin son durağıydı sonuçta. Kendilerini çıkışta, yeni bir şafağın eşiğinde vehmedenlerin kadim hastalığı, onların da üzerlerine atmıştı zalim ağlarını.

Oysa düşmüşsek, düştüğümüz yerden kalkacak değil miydik? Nerede düştüğümüzü, nasıl düştüğümüzü bilmeden kalkma şansımız, hele hele bir daha tuzaklara düşmemeyi öğrenme şansımız olabilir miydi? O saflık atmosferi içerisinde bunun mümkünatına inananlar ne yazık ki çoğunluktaydı.

Etraf “mücahidler”den geçilmezken, bendeniz, elinde not defteri, Bursa’nın mezarlıklarını dolaşır, hem okuyacak kitap bulamadığı için mezar taşlarında Osmanlıcasını geliştirir, hem de bulabildiği bazı tarihî mezar taşlarının kitabelerini kayda geçirirdim. Hala ıslak bir mendil gibi saklarım o notları. Belki de o zamanlar kayda geçirdiğim bazı taşların yerinde yeller esmektedir bugün. Tabii “İslamcı” kardeşlerimiz tarafından yeterince aktif olmadığım için sık sık eleştirildiğim, pasiflikle suçlandım.

Yıllar geçti, bugün Osmanlı denilince bırakın “İslamcı” kesimleri, artık bir zamanlar ona karşı olan liberal, solcu, hatta bazı Kemalist çevrelerin bile tüyleri eskisi gibi diken diken olmuyor, onu en azından sanatıyla, edebiyatıyla, mimarisiyle, son zamanlarda ise emperyalizme direnişiyle yüceltmenin yollarını arıyorlar. Papa XII. Benedikt’in Türkiye’yi ziyareti sırasında, “laik” Cumhurbaşkanımızın kendisine vere vere Fatih’in ahidnamesini vermiş olmasını bu değişim çerçevesinde anlamlandırabiliriz ancak.

Demek ki Osmanlı, gerçek yerine, sağlıklı yerine oturuyor yavaş yavaş. Normalleşiyor, bir başka deyişle.

 1923’ün hemen arkasından başlayan ve en yetkin ifadelerinden birini Mustafa Kemal Paşa’nın İzmir İktisat Kongresi’ni açış nutkunda bulan “Türkleri sömüren Osmanlı hanedanı teması”, artık yerini, resmi düzeyde bile insanlığa model olacak eserlerle göğsümüzü kabartan daha seçmeci bir Osmanlı imajına bırakmaktadır. Bunun en çarpıcı misalini Sultan II. Abdülhamid’in 1909’den bu yana geçirdiği dönüşümde bulabiliriz. 1940’larda Abdülhamid’i savunmak cesaret isterdi, bugünse neredeyse ona saldırmak cesaret istiyor!

Tabii Kurtuluş Savaşı’nın ardından içine girdiğimiz “sömürgeci Osmanlı” sloganının bize Avrupa’dan, emperyalizminin sinsi propaganda makinelerinden empoze edildiğini görmemiz gerek. Emperyalizm Osmanlı topraklarında nereye işgalci olarak girdiyse ora halkına, Osmanlı’nın işgalci bir güç olarak ülkelerinin tepesine çullandığını ve onları sömürdüğünü, kendilerinin ise özgürleştirici ve uygarlaştırıcı bir şimşek gibi ülkelerinin üzerinde bir “nimet” gibi çaktıklarını göstermek telaşına düşüyorlardı. Amaç, Osmanlı’yı işgalci gibi gösterip kendi sömürü düzenlerini temize çıkarmak, meşruiyetlerine zemin hazırlamaktı.

Cezayir’de böyle, Kırım’da böyle, Suriye ve Irak’ta vs… böyle.

Mısırlı bir Osmanlı dostu, Muhammed Harb hoca, Arap alemindeki tarih ders kitaplarının birbirinden, hepsinin de İngiliz ve Fransız işgalcilerinden kopya edildiklerini söylemişti bir keresinde. Tabii bugün Arap alemindeki Osmanlı aleyhtarlığında bu tarafgir eğitimin inkâr edilemeyecek bir payı olduğunu söylememiz lazım.

Kaldı ki, bizim okul kitaplarında da yakınlara kadar Araplar hakkında benzer iftiralar yazılı değil miydi? Araplar bizi arkadan vurdu, lafları bize kakalanırken, Arap çocuklarına da ‘Osmanlı sizi soydu soğana çevirdi’ masallarını belletmişlerdi anlaşılan. Böylece yıllar boyu birbirimize durduk yerde kinlendik.

Peki kim kazançlı çıktı dersiniz? Yoksa Bush mu?

Oysa Arap aydını da uykusundan uyanıyor bizim gibi. Görüyor, bakıyor, okuyor ki, Arabı Türke, Türkü Kürde, Kürdü Çerkeze kötületenler, kırdıranlar, düşman edenler aynı mihraklar. Şerif Hüseyin’in nasıl oyuna getirildiğini Lawrence’in hatıralarından öğreniyorlar. Ve işte o zaman “Biz ne yaptık?” diye dövünüyorlar ister istemez.

Evet, biz ne yaptık? Nietzsche’nin delisinin haykırdığı gibi, güneşi nasıl silebildik ufuklarımızdan, okyanusu nasıl içebildik?

Güneş de, okyanus da, anlaşılıyor ki, ümmetin vahdetinin tezahürü olan Osmanlı imiş. Osmanlı, Ahmed Midhat Efendi’nin deyişiyle, bütün maddi tezahürlerin ötesinde “bir mana-yı mukaddes” imiş. Yani Osmanlı aslında yabancı bir madde değilmiş. Sen, ben, o, yani biz imiş. Bizim yüzümüzmüş. Kendi yüzümüz.

Bakın bir Arap aydını, Mısırlı Fehmi Şinnavî, Arapların Osmanlı’ya yaptıkları haksızları nasıl dillendiriyor:

Çoğu kimseler Osmanlıların Arap âlemindeki mevcudiyetini bir işgal olarak değerlendiriyor, hatta İngilizlerin Mısır’ı, Sudan’ı ve Fransızların Kuzey Afrika’yı işgalinden bahsederken kullandıkları dilden daha ağır bir dille Osmanlıya saldırıyorlar.
Evvela şunu sormak lazım: Eğer Arapların Endülüs’ten kovulmasından sonra Türk askeri Kuzey Afrika’ya yerleşmeseydi Hıristiyanlaştırma ve Avrupa işgali İspanya’dan Kuzey Afrika’nın iç bölgelerine kadar uzanacaktı… İkinci olarak şunu söyleyebiliriz: Osmanlının Arap vatanına girişi kesinlikle bir işgal olmamıştır. Şüphe yoktur ki, Osmanlı hangi İslâm beldesine girmişse orduyu oluşturan askerler orada hemen sivil hayata karışmış, halkla birleşmiş, evlilik, ticaret vb. yollarla neredeyse kendini hissettirmez hale gelmiştir. Bizim kanlarımızda Osmanlı kanı mevcuttur… Şu anda bile pek çoğumuzun soyu Osmanlıdan gelmektedir. Osmanlılar kesinlikle Fransız, İngiliz, İspanyol veya Amerikalılar gibi değildiler.

Şinnavi, daha da ileri giderek Arap aleminde hiçbir devirde Osmanlı devrinde olduğu kadar idarede özerklik tanınmadığını söyleyerek sözde “Türk işgali”ne karşı düzenlenen Urabi, Mehdi ve Şerif Hüseyin ayaklanmalarının nasıl büyük hüsranlarla sonuçlandığını ve bu isyanların İngiliz emperyalizmine nasıl hizmet ettiklerini de yazmaktadır. Bunları yazarken Saddam’ın Irak’ı nasıl işgal ettirdiğini bilmiyordu elbette yazarımız ama keskin bir öngörü sahibi olduğunu şu sözünden anlayabiliyoruz pekala:

Kimbilir gün gelecek, İsrailliler Arap başkentlerine girecekler; hem de yine bizi varsaydığımız işgalden kurtarmak için.

Yazara göre Osmanlı emperyalisttir suçlaması, İngiliz ve Fransız emperyalizminin bir oyunudur. Araplar büyük kardeşi, yani Osmanlı’yı düşmana, yani İngilizler ve Fransızlara tercih etmekle büyük bir hata işlediler. “Büyük kardeş tarafından yürütülecek kardeşçe bir yönetim yerine düşmana boyun eğmeyi tercih ettiler.” O Anadolu köylüsünün paralarıyla inşa edilen Hicaz demiryolu bile her şeyi anlatmaya yeter aslında. Araplar, kendi keselerinden tek kuruş çıkmadan dünyanın en modern bir demiryolu tesisine sahip olmuşlardı. Hangi emperyalizm Arap-İslam alemini birleştirecek böylesi büyük bir projeye imzasını atardı?

Kaldı ki, sözde Türk işgali altında Arap aleminde pasaportsuz, hür bir şekilde dolaşmanız mümkündü. Peki sözde bağımsız Arap devletleri bugün neden böyle ayrı gayrıdırlar acaba? Birbirlerinin vatandaşından neden vize, pasaport vs. istemektedirler? Osmanlı’nın Araplara güvendiği kadar olsun neden güvenmemektedirler birbirlerinin vatandaşlarına?

Ve öfkeli yazarımız Şinnavî, sözlerin en zehirlisini sona saklamıştır:

Şimdi Arap zirveleri ardı ardına toplanıyor; temel mesele ise İsrail’e ne kadar boyun eğileceği… Bu vazgeçiş ve boyun eğişin binde birini Osmanlıya yapsaydık şimdiye kadar elimize geçenlerin milyon katını kazanırdık.[1]

Tarih işte bazen bu kadar acımasız bir tokat gibi çarpar yüzümüze.

[1] Fehmi Şinnâvî, Hilafet: Modern Arap Düşüncesinin Eleştirisi, Çeviren: Sadık Ömeroğlu, İstanbul 1995, İnsan Yayınları, s. 127.

 

Mustafa ARMAĞAN

Bu mesaj, m1gin tarafından, 13.12.2010 01:27:52 itibariyle düzenlenmiştir.
Ah Gençlik Ki Eyvah!!!
2010/12/22 20:42
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 6,7 (2 oy)

Şimdi sizlere dün yaşadığım hem komik hem üzücü bi anımı paylaşacağım =)

Yengemin dairesi 1.katta ve cocuklar bizim kapının onunde futbol oynarken herzaman balkonuna topu kaptırırlar =)

ve herzamanki gibi dünde okul çıkışı kapı önünde toplanmış maç yapıyorlardı bende tam ıkındı namazını kılmak uzere ıdım

ve kapı çaldı kapıya dogru gıttım ve kuçuk bir çocuk ;

abla asağı balkona top kaçmıs atar mısın ?  once bı dusundum sonrasında  tamam dedim =)

balkona çıktım ve dedim ki ; Çocuklar  size topu atacağım ama önce 3 sorum var bakalım kaç tanesini bilceksiniz =)

Liseli gençler anlasmayıda kabul edince pur dıkkat dinlemeye başladı =)

soru 1 ; Fatih Sultan Mehmed'in kullandığı mahlas ?

(mahlas deyınce anlamadılar tabııı =) bende ; sizin anlayacagınız tarzda dıyeyım o zaman =) lakabı ne ? )

suan bu olayı yazar ıken yanımda kı ıkı yegenım benle ne bıcım muhabbet dıye dalga gecıyolardı kı dedım sonun u bekleyın emınım sızde bılmıyosunuz bu sorunun cevabını dedım kı bılmedıler ve suan tuhaf tuhaf kendılerını yazmama bakıyolar  )

cevap = Avni olacaktı gençler =)

zor sordun dedıler bende yapmayın ya dedım tamam ıkıncı soru ennn kolayı olsun madem dedım

2.soru: F.Sultan Mehmed'ın annesının adı ?

cevap veremedıler elbettekı ve cevap : Hüma Hatun =) (ki benim en sevdığım ısımdır =)  )

Tarıh zor Islam sor abla son soruyu dedıler bende tamam dedım =)

ve 3.soru : Mescid-i Nebevî’nin bir kosesınde ders egıtımı goren öğrencılere ne denirdi ?(onların anlayacagı tabırde sordum )

ve yıne cevap veremedıler ve cevap ; Ashab-ı Suffe =)

sonra gençlere dedım yazık sıze utanın daha tarıhınızı bılmıyosunuz ne bıcım lıselısınız sız dedım =) ve ekledım

 ıyıkı  F.Sultan Mehmed ve ordusu yok yoksa bızden utanırdı 

hepsını geçtım Akşemseddin i dahi bılemedıler ya

Sonrasında dusundum; Gençlerimize değerlerimize sahip çıkmayı neden aşılamayı bır turlu beceremıyoruz ?

En buyuk yanlışımız nerede ? Bence en buyuk sorun gençlerin tarihini bilememesi ve aptalca oyunlar ile gençlerimizin enerjilerinin yok edilmesi...

ve burada en buyuk hata da başta benim çunku bu olay benım mahallemde  hatta evımde yasanıyor demekki ıyı bır bırey olamamısım....

bunu paylastım kı olakı tohum çekırdeğe erısmeden onlem alanlar ola....

 

Yanıt: Gençlik İstasyonu
2011/01/03 0:11
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

merhabalar!

gençlik nasıl acaba!bizleri boş verin bizler nasıl olsa bu cennet Dünya da epey yaşamışız ama iyi ama kötü bari gençlerimiz rahat etsin.Ancak çalışmadan,terlemeden bişey yok, illa terleyeceksiniz.

gençlerin hani iş nerede?diye sorar gibi olduklarını duyar gibiyim,doğrudur.ufuk hiç de aydınlık görünmüyor ama en iyisini o bilir.

Genç Asmer Kanalı =)
2011/01/24 21:02
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

ŞuanDaaaa asmer kanalı nı dinliyorum

Ayna gurubunun en sevdiğim eserlerinden biri yayımlanıyor:

Bir beyaz gül attım suya arnavut köy kıyısında

şimdi senle olmak varken ağır oldu bu son veda

tutunacak bir sevda olmadı yanımda

yüzünü ezberledim aşiyan yolunda

bir sen vardın bir de rüzgar her şeyimdin bir zamanlar

senden sonra bende bittim her yanım sen gözümde yaşlar

teşekkürler  Degerli asmerrrrr =)

Bu kanalı cook sevıyorumya =)

bıanda Gençleştim mi ne =)

(Alıntı: Bu güzel çalışmayı bizimle paylaşan AYBÜKE hanıma çok ama çok teşekkür. Bu arada konuyu nereye açacağımı bilemediğimden -yeni konu açamıyoruz-buraya açıyorum.)


Ankara Genç İşadamları Derneği bir “Gençlik araştırması” yaptırdı.

Sonuçlardan çıkan manzara şu:

Gençlerin kafası karışık…

* * *

Ailelerinden dayak yiyorlar.

“Kendine kimi örnek alıyorsun” diye sorunca “ailemi” diyorlar.

* * *

kötü yollara sapıyorlar

En çok askere ve dine güveniyorlar.

* * *

Siyaseti takip etmiyorlar.

Ama “Siyasi yelpazedeki yeriniz” diye sorunca ağırlıkla “Milliyetçi-muhafazakar” seçeneğini işaretliyorlar.

Yurtlarını çok seviyorlar yani…

Aynı gençler, “Yurtdışında yaşamak ister misiniz” sorusuna yüzde 80 oranında “Evet” diye kafa sallıyorlar.

Yurdun en çok dışını seviyorlar.

***

“Türkiye AB’ye girsin mi”ye “Hayır” cevabı veriyorlar.

Yani?

“Ülkem dursun, ben gireyim” diyorlar.

* * *

“Milliyetçi gençler”, gazete okumuyor; televizyonda da sadece eğlence programı izliyorlar.

Polat gibi şekil yapmak, Koç gibi para kazanmak, Acun gibi sahillerde “sabaha kadar eğlence”ye dalmak istiyorlar.

* * *

Çoğu Türkiye’nin geleceğinden umutsuz…

Kendi geleceklerinden ise umutlular.

Yani?

“Ülkem batar, ben yırtarım” sanıyorlar.

Ama tabiki aldanıyorlar....

Elçi
2011/10/10 23:24
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Söze nasıl başlasam bilemiyorum ki. Neden ‘gençlik istasyonu’ndayım onu da bilmiyorum. Bunları yazmak için en uygun yerin burası olup olmadığına emin miyim onu da bilmiyorum.Tamam tamam bilmemekliğimi bir kenara bırakıyorum :)

Rabbimin bir lûtfu olan kızımın doğum günü münasebetiyle buradayım. Bu istasyonda zaman zaman doğum günü kutlamalarına yer verdik ve adı üstünde genç ve genç kalanların mekanı :)

Kızıma, ilerde sahip olacağı(inşallah) mesleğe uygun ve biraz da muzip bir hediye almak düşüncesi ile ne alabileceğim düşüncesinin karmaşasını yaşamaktaydım günler öncesinden. Yaklaşık iki gün önce alacağım hediye konusundaki kararsızlığımı m1gin kardeşime dile getirmiş, çözüm önerilerinin içinde kendimce en makulünü de kendisine dillendirmiştim, lâkin küçük bir sorun vardı, bu sorunun giderilmesi konusunda yardım edebileceğini söyleyince m1gin, kararı işleme koyduk. Ve beklenen gün geldi kargo paketi ile birlikte :) Kızım da okuldan gelince gelenlerin vuslatı tamam oldu:)

Sonuç mu?; Kızıma paketi verip oğlumla seyre daldık, görülmeye değerdi doğrusu bu buluşmanın sevinci :) Tabi bu sevincin ortaya çıkmasındaki en büyük pay; değerli m1gin, huzurlarınızda tekrar ve tekrar teşekkürlerimi sunarım…

Bir teşekkür de kızımdan abisine;

Ama önce bu sevimli şeylerin resmi;

 

“Merhaba

Günümü anlamlı kılan böyle şirin mi şirin mikropların  elime geçmesine vesile olan sayın m1gin, müteşekkir olmaklığım, mahcubiyetimi gizliyor olsa da, inanın çok mahcubum. Ne diyeceğimi bilemiyorum, nasıl mutlu olduğumu anlatmaya da yetmiyor kelimelerim. Lâkin şu kadarını söyleyebilirim ki bugüne kadar geçirdiğim 10 ekim günlerinin unutulmazlarından olacak birini yaşadım bugün sayenizde. Teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun…

Muhabbetle…”

Hediyenin elimize ulaşmasında yardımlarını esirgemeyen m1gin’e ne kadar teşekkür etsem kafi gelmeyecek, en iyisi kızımın notunu iletmiş olma rahatlığı içinde elçilik görevimi tamamlıyorum :)

Çıplak Gerçek
2011/10/11 0:22
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Yanlış yapıyorsunuz ey abheri! :)
Kızınızı çok sevindiren bu hediyeleri (mikropları) almamanız gerektiğini söylediğimi ve benim onları sevmediğimi kızınıza anlatsaydınız ya! :)
Hatta ve hatta böylesi hediyelerin sevindireceği bir kimsenin, ilginç/garip bir kimse olabileceğini ifade ettiğimi de... 

O zaman ondan böylesi güzel bir teşekkür yazısı almak bir tarafa; kızıp, annesinin hediye seçimine ne diye karışıyor olduğumu sorardı muhtemelen. :P
Ona gerçekleri anlatmalısınız bence. :)

Gelelim teşekkür meselesine...
Hadi diyelim kızınız gerçeği bilmediği için bana teşekkür ediyor... Peki ya siz? Sizi amacınızdan saptırma girişimlerime rağmen neden bana teşekkür ediyorsunuz ki? Üstelik yineleyerek...
Yok yok! Bunun altından bir çapanoğlu çıkar bence... Bizim bildiğimiz abheri, hiç böyle değildir; astığım astık, kestiğim kestik biridir yani. 

Hâl böyleyken, Küçük Hanım'ın değerli satırlarını hak etmediğimi biliyorum ve bu yüzden bir karşılık yazmakta zorlanıyorum... Değilse iki yüzlü davranmış olacağım yani. 

Bununla beraber, benim bu sözlerimi de aklınızdaki plânınıza uydurarak ona aktaracaksınız, biliyorum... Ama yapabileceğim bir şey bilmiyorum... Okuyacağını bilseydim, sizinle gerçekleştirmiş olduğumuz yazışmayı tüm çıplaklığıyla buraya eklerdim... 

Yeni yaşında kendisine başarılar ve güzellikler dilediğimi iletiniz lütfen, ey elçi! :)

İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com
Aşikâr
2011/10/11 14:05
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,5 (1 oy)

Yanlış yaptığımı da nerden çıkartıyorsunuz ey m1gin!

Yazışmalarımızdaki takıldığınız yerlerden kızıma bahsetmiştim(bu kadar şirin mikroplara karşı gösterdiğiniz olumsuz tepki), lâkin kızım her ne kadar garip zevkler konusunda annesine benzese de "astığım astık, kestiğim kestik(!)" olan yönümden almamış olduğundan olsa gerek bu konuya gülüp geçti sadece :))

Hem teşekkür yinelemesinin altında niye bir art niyet arıyorsunuz ki? Siz değil misiniz “o kadar iyilik yapıyorsunuz ki bize fırsat kalmıyor” diyen sorarım size(bu olay ‘özelden genele’ bir hâl almaya mı başladı ne? ).

Tüm iyi niyetimi kullanarak size bir iyilik yapma fırsatı sunmuş ve yaptığınız bu iyiliği zaman zaman başıma kakacağınızı bildiğim halde buna göz yummuş ve yine yapılan bu iyiliğin altında bir çapanoğlu olduğu aşikârken susmuşum.

Hâl böyleyken cümlelerinizi hak ettiğimi düşünmüyorum ve yine hâl böyleyken yine de buradaki yazışmaları kızımın gözleri önüne sereceğimden de şüpheniz olmasın! :)

Çekim
2011/10/12 21:51
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Hmm... Demek kızınız her şeyi bildiği hâlde o güzel cümleleri kaleme aldı, öyle mi ey abheri
Doğrusu şimdi daha bir mahcup oldum. Ne desem bilmem ki!? O çok iyi biri! Hiç size çekmemiş! 

Durum böyleyken, sizinle olan yazışmamızı buraya aktarmam gereksiz bir hâl aldı. Durduk yerde, sizlerden gelen teşekkürleri aslında hakketmediğimi öyle herkese ilan etmeyeyim değil mi ya? En azından iyi bir şey yaptığım sanılmaya devam edilebilsindi yani. 

İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com
Yanıt: Gençlik İstasyonu
2012/08/05 5:31
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,5 (1 oy)

                                                       Mânayı Beklerken

      Bugüne kadar çok defa iyilikten, güzellikten, cömertlikten, adaletten bahsedildi. Görünen o ki; yanlızca bahis, birşeyleri meydana getirmek için yeterli zemini sağlayamıyor. Zannımızca bizim eksiğimiz mânadan yoksun ve özden uzak kalmamız olmalı. Yani bu demektir ki; kaybettiğimiz ruhumuzun tarifsiz hisslerini, onu tarif etmeye çalışmayla elde edemiyoruz. Onu elde edebilmemiz için; bütün gayretimiz, mahzenlere tıkılmış olan ruhumuzu tekrar özgürlüğüne kavuşturmaya medar  olmalıdır. Bunu sağlayabilirsek yanlızca hitap ettiğimiz kitleyle sınırlı kalmayıp, bütün bir topluluğa seslenebilme fırsatını yakalayacağız. Sinelerimize yığılmış binlerle, milyonlarla ifade edilen fitne tohumlarını, birer birer eleğimizle yuvarlayıp bahçemizden def etmeli ve ufuklarında parıldayan güneşlerin raksettiği baharlara kapılarımızı aralamalı, hatta sonuna kadar açmalıyız. Bunu yapabilirsek, en başta unuttuğumuz nice güzelliklerimize ve asli şahsiyyetimizin destansı maharetlerine tekrar kavuşabileceğiz.

    Öncelikle neyi istediğimiz çok önemli. Daha sonra nasıl isteyeceğimizi ve isteklerimizin semerelerini nasıl elde edebileceğimizi düşünebiliriz. Bizim toplumumuz hikmetlerle dolu bir yaşayışın ender görülen abidesiydi. Fakat her yönden, adım adım, sinsi sinsi yaklaşılarak sudan bahanelerle ruhumuz ve manevi bilincimiz çökertilmeye çalışıldı. Belki kısmen başarılı oldular. Fakat bütün kurdukları bu kasvetli tuzaklar teker teker çürümeye mahkumdur, bunu böyle bilesiniz. Ve çürüyor da. Bunu kimse inkar edemez!..

     Asırlardır dünyaya hakim olan bir milletin, asli iştiyakı ve yüce davası hor görülmüş hatta çok defa hırpalamak, aşağılamak, atarlamak bedbahtlıklarına kadar gidilmiştir. Ancak bu saldırıları o kadar büyük maharetmiş gibi aşılamaya çalışmışlar ki; adeta öldürdükleri, katlettikleri bu tebeâyı tekrar dirilttiklerini iddiaya dahi utanmadan kalkışabilmişlerdir. Oysa basiret sahibi Müslüman Milleti bunları en başından beri gönüllerinden def etmeyi ihmal etmemiştir. Ve tamamen mahfeldilmeye çalışılmasına rağmen, bütün bu zulümatın karşısında adeta koca bir dağ gibi durmayı başarabilmişlerdir. Tabi buna teslim olan ve hatta bu zulümata hizmet eden kesimleri de çok yerde görüyoruz. Onlar için Allah'tan (C.C) hidayet ve basiret nasip etmesini diliyoruz...

     Konuyu başladığı yerden devam ettirelim. Dedik ki kurtuluş mânaya kavuşmakta, ve bu mânayı zihinlerimizde yaşayararak, dona kalmış ruhumuzu tekrar dirltmekle mümkün. Peki o halde; buna vakıf olmamıza çare nedir? Çare; mânayı vicdanlarımızda, akıllarımızda, gönüllerimizde yâni madden ve mânen bütün bedenimizde toplamaktır. Buna bağlı olarak derhal görünen sebeplerden sıyrılıp, görünenin ötesinde ki hakiki sebeplere odaklanmamız gerekiyor. Elimizi ayağımızı, masiva ipleriyle bağlayan bu küfür güruhunu, geldikleri yere arkalarından tekmelerimizi süratle basıp tekrar geri gönderebilme azmini gösterdiğimiz gün, mânaya kavuştuğumuz gündür kuşkusuz. Bunu yapmak içinse fiziki bir güç aramaya hacet yok. Sadece bize dayattıkları bu vurdumduymaz hayat tarzını nasıl hayatlarımızdan çıkarabiliriz diye düşünsek ve bu yolda kararlı adımlar atabilsek, zannediyorum ki arkalarından en  süratli tekmeleri atacağız. Ve geldikleri yerlere yüzlerini kızarta kızarta tekrar geri gönderebileceğiz. Evet; özlediğimiz fakat özlediğimizin dahi farkında olmadığımız şu güzellik abidesi kültürümüze tekrar kavuşmak sandığımız kadar güç değil. Güç olan bu özlemimizin tekrar farkında olabilmek. Eğer bir toplumda her birey kendi üzerine eğilse ve eksikliklerini gidermek için çaba sarfetse, hiç kuşkusuz o toplum en düzenli ve en refah içinde olan bir toplum olur. Bu vesileyle de mânayı canlandırmanın bir sırrını da ifşa etmiş oluruz. Nedir o sır? Sır; kendimize eğilmekte ve her biri birer hazine değerinde olan kültür değerlerimizi karakterimizde biriktirebilmektedir. Eğer biriktirebilirsek; o zaman değerli bakışlarımızı, değere mutaç gönüllere  aksettirebiliriz. Ve bu nispetle içimizdeki güzellik muştularını bulaşıcı bir haslet gibi hitaplarımıza dokundurabiliriz. Dolayısiyle şu kaideyi asla unutmamalıyız ki; eğer etrafımızın değişmesini istiyor isek, evela kendimizi değiştirmeliyiz. Yani '' Sen değişirsen, âlem değişir.'' düsturiyle hareket etmeliyiz...

     Tüm okuyucularımıza saygı ve sevgilerimizi sunarken, yüreklerimizden kopan şu sevgi mısralarıyle hayatlarının yaşanılası hayatlar olmasını, hayırlı hayatlar olmasını yüce Allah'tan dileriz...

Mehmet Dartar

Bu mesaj, Mizar tarafından, 05.08.2012 14:51:47 itibariyle düzenlenmiştir.
Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: paraklit, ZUBEYR, MEMUR58, ben_enemie, Ellaeso,
Son Oturumlar: