Makam, sorumluluk demektir. İnsanın makamı yükseldikçe, sorumluluğu da artmaktadır. Emrinde çalışan insanların sorumluluğu, alınacak kararların sorumluluğu, emanetinde ki paranın harcanma sorumluluğu…
Bir konferansım için beni almaya gelen şoför arkadaşla sohbet ediyorduk. Bir bölge müdürünün şoförlüğünü yapan arkadaşın, kullandığı arabaya özen gösterdiği belliydi. Birkaç gün önce arabasında arıza meydana geldiğini anlattı. Servise götürmüş, yüklü bir miktar istemişler. Az çok araç tamirinden anlayan şoför, parçayı satın alarak kendisi değiştirmiş. “Milletin parası Hocam! Yazıktır günahtır o kadar paraya!” dedi şoför.
Bu bakış açısı çok hoşuma gitti. Kendi kendime, “Acaba şoförlüğünü yaptığı Genel Müdür, bu şoför kadar hassas mıdır devletin – milletin parasına?” diye düşünmeden edemedim.
Şoförün sorumluluğu, kullandığı o araba kadardır. Arabanın bakımı, düzgün kullanması, kendi özel işlerine kullanmamsı gibi sorumlulukları var. Sabah akşam gezdirdiği Genel Müdür, tüm kurumun sorumluluğunu taşıyor. Sorumluluk, “hesabı sorulacak çerçeve” demektir. Herkes kendi çerçevesinden sorumludur.
Herhangi bir devlet kurumunda çalışan bir memurun sorumluluğu, devletin malını korumak ve millete hizmet etmektir. “Devlet malı” ifadesi, aslında dilimizin alıştığı, çok yanlış bir ifadedir. Çünkü devlet, birey olmadığı için, mal sahibi de olamaz. Yani, devletin malı yoktur, milletin malı vardır. Devlet malını hor kullanan, devlet malını soyan kişi, milletin malını hor kullanmış, milletin malını soymuş olur.
Yöneticinin kerameti!
İstanbul’un fethini yapan, Peygamber müjdesine nail olan Sultan Fatih, şanlı zaferin manevi mimari Akşemseddin’i ziyarete gider. “Efendi Hazretleri! Size bir maksat için gelmiştim. Birkaç gün beni halvete koyup irşad edin. Dünya nimetlerinden gına geldi. Taç ve tahtımı terk edip, senin yanında Hakk’a hizmet yolunda ibadetle ömrümü geçirmek istiyorum.”
İstanbul’un fethi esnasında Akşemseddin’in gösterdiği kerametler, Sultan Fatih’i hocasına tekrar hayran bırakmıştı. Dünyadan el – etek çekip inzivaya çekilmek istiyordu. Fatih Sultan Mehmet ne kadar ısrar ettiyse de, hocasını ikna edemedi. Bunun üzerine Sultan Fatih; “Herhangi birisi gelip böyle bir istekte bulunsa onu kabul ediyorsunuz da, beni niçin kabul etmiyorsunuz?” diye itiraz etti.
Akşemseddin’in Fatih Sultan Mehmed’e verdiği cevap, tüm yöneticilere örnek olacak, ışık tutacak bir cevaptır.
Akşemseddin; “Oğlum, senin Padişah olman daha hayırlıdır. Padişaha lazım olan şey halvet değil adalettir. Halvet, Saltanata aykırıdır. Sen halvete girince devleti kim idare edecek? Halvetin zevkini alınca saltanat gözünden düşer, halkın işleri aksar. Biz de sebep olduğumuz için günahkar olur, Allah’ın gazabına uğrarız. Halvetten maksat adalettir. Padişahlıkta adalet, velayet ve keramettir.”
Keramet, uçmak değildir!
Keramet sözünü ne zaman duysam, “Müminin feraseti, velinin kerametinden üstündür. Çünkü, keramet göstermek, feraset görmektir!” sözü aklıma gelir.
İmamı Azam Ebu Hanife’nin sohbetlerini dinlemeye, ilminden istifade etmeye her yerden insanlar gelirmiş. İlminin büyüklüğünü duyanlar, İmamı Azam’dan keramet beklermiş. “Bana bir keramet gösterir misiniz?” diye soranlara, İmamı Azam Ebu Hanife, çok anlamlı bir cevap verirmiş. Minderinden kalkıp, kendisinden keramet isteyen adamın yanına kadar yürür, “İşte keramet!” dermiş. Görmek, dokunmak, hissetmek, işitmek, tat almak, yürümek gibi kerametleri göremeyenler, kanatlanıp uçsanız bile, gerçeği göremezler.
Yaşadığınız toplum içinde hangi makamda, hangi mevkide olursanız olun, göstereceğiniz en büyük keramet, işinizi en iyi şekilde yapabilmektir. Bir toplumu adaletle yönetebilmenin ne kadar büyük bir keramet olduğunu, tarihi değiştiren adil yöneticilerin hayatlarından öğrenebilirsiniz.
Çalıştığınız işyerinde, herkes işten kaytarma yollarını ararken, işinizi en iyi şekilde yapabilme, aldığınız maaşın hakkını verebilme gayreti içerisinde olmak, çok büyük bir keramettir.
Her önüne gelen öğrenciye çarpan öğretmenlerin çok olduğu bir ortamda, öğrencilerine faydalı olmak için yüreği çarpan bir öğretmen, yetiştirdiği öğrencilerle keramet göstermiş olur.
Bulunduğu makamı, bir üst makama çıkmak için basamak olarak görenlerin çok olduğu bir ortamda, adil bir yönetim için gece gündüz çalışan bir yöneticinin gayreti, o makamın kerametidir.
Akşemseddin’in, Sultan Fatih’e söylediği, “Yöneticinin kerameti, adaletidir!” öğüdü, yönetenler ve yönetmeye talip olanların için, kulaklara küpe olması gereken bir öğüttür.
Sait ÇAMLICA