Kitap almak için bir kitapçıya girdiğim zaman, elimde bir liste yoksa, uzun uzun inceleyerek kitap alırım. Birkaç yıl önce, yazarını da ismini de şu an hatırlamasam da, bir doktorun hatıralarını okumuştum. Hem öğrencilik yılları hem de meslek hayatına dair notlarını kitaplaştırmış Doktor. Aslında kitabı almama sebep olan şey, hatıralarını anlatan doktorun yetişme süreciydi.
Almanya da dünyaya gelmiş, okuması için küçük yaşlarda Türkiye’de akrabalarının yanında bırakılmış. Gurbetin içinde oluşturduğu hüzne dair yaşadıklarını kitaplaştırmış. Yazar gurbete dair duygularını, yalnızlığını, zaman zaman ailesine olan gönül kırgınlıklarını paylaşıyor.
Yaz tatillerinde ailesinin yanına Almanya’ya gittiği yaz tatillerinden birinde, bir kiliseyi ziyaret etmişler. Diğer Türk arkadaşıyla birlikte kiliseyi gezmek için girdiklerinde, kilisenin papazı elindeki sopayla kovmuş ikisini de. Hatta birkaç kez vurmuş iki Türk gencine. “Siz Müslümanların ne işi var bizim mabedimizde! Diye hakaretlerle kovmuş ikisini de. İstanbul’da Üniversite okuyan genç, papazın bu tavrına hem çok şaşırmış hem de çok sinirlenmiş. Çünkü İstanbul’da her camide her dinden ve ırktan insan sürekli dolaşmakta ve hiç kimse onlara tepki göstermemektedir.
Yaz tatili sonrası İstanbul’a dönen genç üniversite öğrencisi, Sultanahmet camisinde namaz kıldıktan sonra, orada Turist olarak dolanan birkaç Alman ile birlikte fotoğraf çekinmiş. Çekindiği fotoğrafın arkasına, Mevlana’nın meşhur, “Ne olursan ol yine gel!” sözünü Almanca olarak yazmış. Alman turistlerle Sultanahmet camisinde çekindiği resmi bir zarfa yerleştiren genç Üniversite öğrencisi, zarfı kendilerini kiliseden kovan Papaza göndermiş. Kiliseden kovulmuş olmanın intikamını almak niyetiyle yapar bunu. “Siz bizi sopayla ibadethanenizden kovdunuz ama biz ibadethanelerimizi ve yüreğimizi herkese açan bir medeniyetin çocuklarıyız!” mesajını iletmek istemiş papaza.
Üniversiteyi bitirip doktor olarak göreve başladığı yıllarda, Konya ve Mevlana’yı ziyaret etmek için bir geziye katılır. Mevlana’nın türbesi etrafında dolanırken, kapıda oturan bir adam dikkatini çeker. Nerden tanıdığını hatırlamak için uzun uzun yüzüne baktığı adamın, Almanya’da kendilerini kiliseden kovan Papaz olduğunu anlayınca iyice şaşırır. “Hiçbir hoşgörüsü olmayan bu papazın Mevlana türbesinden ne işi var?” diye düşünür.
Papazın yanına gidip selam vermiş. Biraz Almanca konuştuktan sonra papazın Müslüman olduğunu öğrenmiş. Bu seferde Neden papazken İslam’ı seçtiğini sormuş. “Yıllar önce Kiliseden kovduğum bir Türk bana Mevlana’nın bir sözünü göndermişti. O sözden o kadar etkilendim ki, bu sözü söyleyen insanın dinini merak ettim. Mevlana ile karşılaşınca önce Mesneviyi okudum. Mevlana’da böylesi bir yürek inşa eden dinin, kitabını da peygamberini de merak etmiştim. Hz. Muhammed’in hayatını ve Kuran okuyunca, yanlış yolda, yanlış dinde, yanlış mabette olduğumu anladım” demiş.
* * * * * * *
Kitapçıda dolaşırken seçtiğim bir hatıra kitabının satır aralarında anlatılan bu hikayeyi okuduktan sonra, kütüphaneme baktım. İyi bir kitap okuyucusu ve kendini yetiştirmeye çalışan biri olduğumu düşündüğüm halde, kütüphanemde Mesnevi yoktu. Mevlana’ya ait birçok söz, Mesneviden seçme hikayelerle dolu birçok kitap arşivimde olduğu halde Mesnevi elimde yoktu.
O hafta gidip kendime bir Mesnevi aldım. Çocukluk yıllarımdan bugüne kadar aile hayatımda ve çevremde Mevlana’ya dair birçok hikaye dinlemiş olmama rağmen, Mesneviyi okumak aklıma gelmemişti. Anlayacağınız papazdan etkilendim ve Mesnevi aldım.
* * * * * * *
Bu coğrafya yaşayan herkes Mevlana’ya dair birçok söz birçok hikaye dinlemiştir. Ancak ne hikmetse Mesnevi okumak, Mevlana’yı daha yakından tanımak, o yürekten beslenmek adına daha çok çaba sarf etmek, pek aklımıza gelmiyor. Bir Alman papaz, Mevlana’ya ait tek bir söz duyunca kendini sorguluyor, kendine geliyor.
Alman papaz, “Ne olursan ol yine gel!” sözünden o kadar etkilenmiş ki…
Bu nasıl bir yürek ki, “İstersen gelebilirsin!” demiyor.
Bu nasıl bir yürek ki, “Gelmezsen gelme!” demiyor.
Bu nasıl bir yürek ki, “Günahı olan gelmesin!” demiyor.
Bu nasıl bir yürek ki, “Gel!” demiyor.
Bu nasıl bir yürek ki, “Ne olursan ol, yine gel!” diyebiliyor! “Böylesi bir yüreği hangi din inşa edebiliyorsa, hak din odur!” düşüncesiyle İslam’ı seçiyor.
“Biz nasıl Mevlana torunlarıyız ki, Mevlana’nın Mesnevisine akıttığı yüreğini okumaya başlamak için, bir papazın hayatından etkileniyoruz?” sorusunu kendime çok sordum.
Sait ÇAMLICA