Bireysel Mesaj Gösterim Modu

Görüntülenme: 190069
not: bu bir dertleşimdir
2010/12/11 2:18
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,5 (1 oy)

       Okuduğum yazı beni hüzünlendirdi . Aynı zamanda , gazetelerimize, haber programlarımıza, yaşamımıza, yanı başımızdakine ve belki kendimize, ne kadar aşina bir problem olduğunu hatırlattı. Okuduklarımdan sonra sadece bu yazıya yönelik değil; toplum bazında da şöyle bir düşündüm. Sordum kendi kendime: İnsanlar, birbirlerine bir ömür vaat etmiş çiftler, nasıl olur da bu hale gelir? Ve tabi çocuklar… Çocuklarımız bu hale nasıl gelir?
Evet şimdi hep beraber; kendimle birlikte sizleri de toplumsal bir sorun olarak, bu konuyu düşünmeye davet ediyorum. Sebep ne olabilir acaba ve suçlu kim olabilir?
Aldatılan ve sevgiye aç, bana yapılanı ben de yapacağım öcümü alacağım hayattan ve kocamdan diyen, hayal kırıklığı yaşayan kadınlar mı? Kendini vitrinleyen, bakıldıkça kendine güvenini ve güzelliğini tescilleyen hoş endamlar mı? Ya da devamlı surette bunu özendiren ve kadına fiziği kadar değer atfeden medyamız mı? Ailedeki çatırtıya kör, yangını körüklemeyi maharet sayan sözüm ona bazı kayınvalideler mi? Çocukları önemsemeyen kendi hayatımı kuracağım deyip, bu hayat benim hayatım deyip, hemen ayrılmayı düşünen çiftler mi? Ayrılığa üzülen, dalgınlaşan, hırçınlaşan, dersleri zayıflayan çocuklar mı?
Çocuklar? “Biz onları suçlamıyoruz ki” diyorsunuz. Diyorsunuz; diyoruz ama annesi babası ayrılan, evden kaçan ve bu yüzden sokağa düşen bir çocuk tarafından kapkaça uğradığımızda şikayetçi olmayı biliyoruz değil mi? Ah mehasin çok da senaryocusun, o çocukların hepsi annesi babası ayrılmış da bu yüzden evden kaçmış çocuklar değil ki… Evet; dediğiniz gibi, hepsi değil sadece bir kısmı… Sadece mi? bir kısmı olması “sadece” diyebilmemizi ve önemsiz bulmamızı gerektirebilir mi?
Bir yuvanın dağılmasından kim sorumludur? Çocuklarının yaşadığı hayal kırıklıklarının vebali kimedir? Kimleri kapsar, kimle başlar, kimle biter, bu vebal küme çizgisi kimleri içine alır?
Meğer bu konu ne kadar su götürüyormuş ve eğer biz biraz daha irdelersek bu işin ucu… Ailesi ayrılmış ve bunun etkisiyle dersleri kötüye giden çocuğun öğretmenine kadar dokunur mu? Eğer öğretmen ilgisiz ve umarsız bir öğretmense, o da vebal kümesinin bir elemanı mıdır? Allah’ım ne girift bir bilmece…
Tamam ben susuyorum şimdi, siz de unutun söylediklerimi, siz de susun ve susuturun vicdanlarınızı! Boşverin hepsini , siz izleyin; meşhur, müdavimi olduğunuz aldatma dizilerini…Evet o malum dizileri... Eleştirdiğimiz ve hep izlediğimiz bol reytingli dizilerimizi… Bizi uyutsunlar; hep beraber uyuyalım… çekimliyorum: Uyuyorum,uyuyorsun, uyuyoruz. Birileri bizi uyutuyor.
Nelerle oyalanıyoruz? Sahip çıkıyor muyuz değerlerimize? “Yapma mehasin gene gelenekçiliğin tuttu bir türlü çağdaş olmayı beceremiyorsun?“demezsiniz umarım. Aslında bu bahsettiğimiz problem; bir nevi çağdaşlaşmayı anlamlandırma problemimizdir. Evet; çağdaşlaşmadan ne anladığımızla ilgili bir problemdir. Çağdaşlaşmayı; herşeyiyle Batı gibi yaşamak olarak anlayanlara soruyorum: ailelerin yükselen feryatlarını neye borçluyuz ? Bizim değerlerimizde var mıydı; yoksa çok değerli Batının kokuşmuş armağanı mıdır bunlar? Konuyu dağıttım sanki ama burada bir soruyu daha sormadan edemeyeceğim. Bilim, teknik ve Batının inkar edemeyeceğimiz birçok taze meyveleri varken; nedir bizdeki bu kokuşmuş çürük meyve merakı?
Şimdi kendimize bakacak olursak; bu yozlaşan hayatlarda bizim suçumuz var mıdır, yok mudur? Bir suçlu arıyorum "katil kim?" Hani oynardık küçükken ...Ama bu seferki oyun değil… Kimdir bu mahvolmuş hayatların katili?
Aslında olay bizle de alakalı değil mi?Bizimle ve neye ne kadar değer verdiğimizle alakalı… Biri hazlarına değer veriyor, onu ilah ediniyor; biri maddeye, biri tutkularına…
Hep toz pembeliklerini gösterdiler hayatın. Tüm şarkılar, beşeri aşkları, beşeri hazları anlattı. Biz de hep hayatı tek kişi etrafında döndürdük. kim yutturdu bize bu yalanı? Tutkularının peşi sıra koşturan gençlik olarak; kovaladık durduk gölgeleri, “Hayatımın anlamı,her şeyim ,onsuz yapamam, onsuz yaşayamam” dedik durduk ve bunun adını aşk koyduk… “Bunda ne var ki” demeyin. İyi güzel de her şeyin gerçek bir değeri vardır; biz O’nu gölgelere değiştik… ve gölge geldi sırça köşke oturdu… Halbuki sevginin de bir sınırı vardı. Sınırı aşan her sevgi davacı olurdu. Ölçü olmayınca ve zamanı gelip gerçek değeri anlaşılınca; gelsin hayal kırıklıkları, gelsin kırgınlıklar ve kavgalar…
Elest bezmini unuttuk…Bizler Rab sevgisiyle beşeri sevgiyi bir tuttuğumuzdan beridir; yüzümüz gülmedi.Yapılır mıydı bu Onun evine;kalbe… ve yakışır mıydı bize?
Biz yakıştırdık…Böylelikle bazı şeyleri de hak ettik. Belki de biz; yakıştırdığımızı ve hak ettiğimizi yaşıyoruz…
 

Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: paraklit, ZUBEYR, MEMUR58, ben_enemie, Ellaeso,
Son Oturumlar: