Cuma Namazlarını Melek Mescit adı verilen bir yerde kılıyoruz. Burası esasında son derece işlek bir kapalı çarşı. Vakit gelip ezanlar okunmaya başlandığında, alışveriş kesilip yerlere halılar seriliyor ve çarşı bir anda mescit haline geliveriyor. Geç kalanlar ise, çarşının dışındaki toptan gıda dükkanlarından büyükçe bir mukavva kutu aldıktan sonra, onları açıp namaza duruyorlar.
Son haftalardan birinde ben de aynı şeyi yapmak zorunda kalıyorum ve en yakındaki toptancıdan aldığım koliyi kullanıyorum, seccade niyetine. Kullanıyorum ama, daha secdeye ilk varışımda gözlerim biber gibi kavrulup sulanmaya başlıyor. Bu arada yanmaya başlayan burnum da, yanaklarımdan süzülen yaşlara eşlik etmekten geri kalmıyor. Selam verir vermez işi kavrayıp namaz kıldığım kutunun üzerindeki yazıyı okuyorum; ismi cismi duyulmamış bir deterjan kolisi bu. Kutunun üzerine sinen deterjan kokusu, nefes borumun ne kadar uzun olduğunu bana tarif edercesine ciğerlerime ulaşırken nefesim darlanıyor, hapşıracak gibi olurken yüzüm şekliden şekile giriyor ve bu işi bir türlü beceremeyince oluk oluk yaşlar dökülüyor gözlerimden.
Hemen yanımda duran nur yüzlü bir ihtiyar sağımda oturan gençlere beni gösterip;
- Bu adam mutlaka büyük bir evliyadır, diyor. Ben bu yaşıma kadar namazda böyle ihlasla ağlayan bir insan daha görmedim.
Ben: "Estağfurullah efendim, evliyalık benim gibi bir günahkarın ne haddine" falan diyecek oluyorum ama, yaşlı adama dönüp ağzımı her açışımda, boğazımdan iniltiye benzeyen bir hıçkırık sesi çıkıyor, o berbat deterjan kokusu yüzünden.
Hutbe'den sonra namazın farzını kılıp kaçmayı planlıyorum bu arada. Ama ne mümkün? Arka saftakiler hemen namaza durdukları için ister istemez tamamlayacağım namazı. Üstelik de on rekatlık mübarek, kıl kıl bitmiyor. Daha yarısına gelmeden, üzerinde namaz kıldığım karton sırılsıklam oluyor göz yaşlarımdan. Ve her secdeye varışımda burnuma değen kutunun kokusu, hıçkırıklara boğuyor beni.
Sekiz rekatı tamamlayıp selam verdiğimde, herkesin namazı falan bırakıp büyük bir hürmetle bana baktığını farkediyorum. Acele ile iki rekat daha kılıp ayağa kalktığımda çevremdekilerde saygıyla fırlıyorlar ayağa. Biri ayakkabılarımı giydirirken, diğeri de namaz kıldığım deterjan kutusunu yerden kaldırıyor ve sırtımı sıvazlayıp dua istiyorlar benden. İçlerinden yeşil takkeli olanı, ellerime sarılarak:
- Ben hayatta bir damla bile gözyaşı dökemedim, diyor. Bunun bir hastalık olduğunun söylüyorlar ama, dua buyursanız da ben de o şerefe nail olsam.
Ben, işi uzatmayıp bir an önce kaçabilmek için "olur" der gibilerden başımı sallar sallamaz, adamın gözlerinin yaşardığını ve biraz sonra da bozuk çeşmeler gibi gözyaşı akıttığını görüp hayretler içinde kalıyorum. Gerçekten de evliya mıyım nedir?
Adamla birlikte çevremi saran insanlar da kendilerinden geçmiş vaziyette.
- Mübarek evliya, diyorlar benim için. Daha dua eder etmez, gözyaşı dökmeye başladı adam.
Ben, biraz olsun açılmaya başlayan gözlerimi zorlukla aralayıp ağlayan adama baktığımda, onu hemen tanıyorum. Bu adam, üzerinde namaz kıldığım deterjan kutusunu yerden kaldıran adamın ta kendisi.
Mukaddes bir emanet gibi bağrına bastığı kutunun kokusu adamın şimdiye kadar akıtamadığı gözyaşlarını kökünden kurutacak. Arada bir inleyerek hıçkırması, diğerlerini de ağlatmaya başlamış. Tertemiz insanlar bunlar. Esasında gerçek evliya kendileri ama haberleri bile yok.
Tekrar ıslanmaya başlayan deterjan kutusunu adamdan kibarca aldıktan sonra, müritlerimle helallaşıp ayrılıyorum Melek Mescit'den. Buraya en az birkaç yıl uğramayacak ve ne yapıp yapıp izimi kaybettireceğim. Ama yandaki toptancıda o kutular hala duruyorsa, daha bir çok "Deterjan Evliyası" çıkabilir ortalığa.
Cüneyd Suavi, Kırk Gram Tebessüm, Zafer Yayınları