Kelime anlamı olarak saygı, iyi ahlak, güzel davranış, haya anlamına gelen edep; dini bağlamda ise ruhun kazandığı ikinci kimlik anlamına gelir. Kişinin dindeki kuralları sindirmesi ve haya ile birlikte yaptığı işlerde Allah’ın varlığını ve birliğini hatırlayarak her daim doğru olan davranış ve düşünceye meyil etmesidir.
Tasavvufi anlamda edep ise ihsan mertebesine ermektir. Bu mertebeye ulaşmış kişi yaptığı her işte Allah’ın (c.c) kendisini gördüğü gerçeğini bilir ve o edebe göre hareket eder. Allah’ı (cc) görüyormuşçasına da ölçülü ve nizamlıdır.
İşte edebin en gerçek hali:
Ebû Muhammed Harirî kuddise sirruh buyurur:
- Yirmi senedir ayağımı uzatıp oturmadım. Dedim ki Rabbime karşı edepli olmak, benim için daha evlâdır.
Edep... Ateş ile aşkın hürmetinde O’na rızanın, ruhun bedene üflenmesi misali teslimiyeti. Sevginin, kayıtsız şartsız inanışın, hayanın göstergesi. Kişinin nefsinin emirlerine “la” diyebilmesi…
Edep ile ikiz kardeş gibi görülen haya da utanma, ar, namus anlamlarına gelir. Kişinin çirkin olan işlerden uzak durmasıdır.Bir nevi edebin tamamlayıcısı hükmündedir.
Haya durgun, berrak bir deniz gibi zerre kaygısı olmadan dibini gösterir.Hayası olanın imanı su gibidir…. Katıksız, saf…
Haya imandandır. İmanı olan Cennettedir. Fuhuş kötülüktür. Kötüler Cehennemdedir. (Hadis-i şerif-Et-Tergib vet-Terhib, Buhari)
Haya ile iman, beraberdirler. Biri gidince, diğeri onu takib eder. (Hadis-i şerif-Nisab-ül-Ahbar)
Bu hadisi şeriften de açıkça anlaşılıyor ki kişi Allah’tan hakkıyla haya etmedikçe imanı da tehlikeye giriyor.
Peki ya bizler?...
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan, ve “ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diyen; ahlak ve şahsiyeti ile insanların en mükemmeli olan bir Peygamberin ümmetiyiz. İnsanlığın hayadan ve edepten yoksun olduğu, vahşetin kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten zerre kadar yüreğinin sızlamadığı, insanların ateşlerde diri diri yakıldığı karanlık devirlerde dahi “Muhammedü’l Emin” olarak anılan Hz. Muhammed’in tamamlamak üzere gönderildiği ahlâkı emanet ettiği ümmetiz biz. Onun, “ beni görmedikleri halde bana inanan kardeşlerimi görmeyi çok isterdim” dediği kardeşleriyiz biz…
Emanetinin bekçileriyiz...
Lâkin…
Kavram kargaşası altında din gökdelenlerinin her gün yıkılıp yıkılıp tekrar kurulduğu, fitne ve fesatın kol kola gezdiği; yollarda, otobüslerde, iş yerlerinde, evlerde, televizyonlarda boy boy sergilendiği ahir zamanda çığ misali düşüyoruz edep mertebesinden…
Ahlakın derin anlamının yitirildiği, gerçek ahlakı yaşayan uhrevi hayatların anlatıldığı tenha kitap sayfalarının raflarda tozlandığı bir çağda örümcek misali kendi imanlarımızın ağını örer olmuşuz. Edep ve haya kavramları geleneksel ve toplumsal kurallar hâline dönüşmüşken aslında bizler kendi kendimizi ölmeden öldürmüşüz…
Ne acı… Kopan feryatlar gün be gün buharlaşan Edep ve Haya’nın ardından değil…
Ne acı…Gözlerden akan yaşlar O’na AŞK’tan değil; dünyalık heva ve heveslerden…
Ne acı emanete hıyanetin kol gezdiği sokakların vatanıyız biz…
Mü'minlerin annesi Hz. Aişe'ye Ashab-ı kiram'dan birisi Hz. Peygamber'in ahlakını sorduğu zaman, Hz. Aişe; "O'nun ahlakı Kur'an idi" demişti (Müslim, Müsafirîn 136).
Kim uyandıracak bizleri? Kim uyandıracak bu ümmeti? Bu hezimet yığınları, bu din yoksunluğu, bu edep perdesinin yırtılışı hangi ölçüsüzlüğümüze biçtiğimiz kılıf?..
Peki ya gençlik bu köprünün hangi ayağında tutulup kalmış?...
Avrupalı olmayı kendine marka yapmış, beyni hür olmak adı altında yıkanan gençlerin Edep ve Erkam’ı bilmeden nesilden nesile geçmesi ve bu sapkın yolun yolcusu niteliğinde nesiller yetiştirmesidir yürek burkan, taş gibi ayağımıza takılıp duran gerçek. 21.yy’ın modernliğinde edep ve haya’yı özgürlük safsatası adı altında eriten, yok eden gençliğin hâli kemale ermiş, edebin hoşnutluğunu görmüş yürekleri acıtıyor.
Oysa ki Nabi dize dize hüzünlere boğulmuştu Peygamber şehrine girerken. Yol arkadaşının uyuya kalıp ayağını peygamber şehrine doğru uzatması içini titretmişti. Edep edep titriyordu… Dilinden sözler gayr-ı ihtiyarı dökülüyordu; çağlıyordu peygamber şehri edep diye…
Sakın terk-i edepten kû-yı mahbûb-i Hüdâdır bu Nazargâh-ı ilâhîdir makâm-ı Mustafa’dır bu.” (Nâbi)
Edep Nabi’nin ağlayan dizelerindeki sevdanın çınladığı minarede…
Edep… Can ile Canan arasındaki sıratın ateşe el; aşka gönül verdiği ince köprü.
Edep genç yaşında, evliliğinin baharında bir gram dahi şüphe etmeden evini İslam’a açan Erkam’ın evinde idi… İslam’ın tebliği ilk zamanlarda burada yapılıyor, Hz.Ömer burada kelime-i şehadet getiriyordu. Darü’l Erkam dinini ve peygamberini yalnız bırakmıyordu. Bizlerin bugün yapamadığını onlar yapıyordu. İslamı öğreniyor; öğrendikçe seviyor; sevdikçe sahipleniyordu…
Onlar Resulullah’ı da Edeb’ i de biliyorlardı ve dil ile ikrâr kalpleri ile de tasdik ediyorlardı.
Daldığımız gaflet uykusundan edebe riayet bilincinde uyanmak duası ile.
Seher Borcekli
[ Yarışma için gönderdim yazıyı, umarım doğru yere gelmiştir, daha çok yeniyim sitede biraz karışık geldi :) ]