Bilim ve teknolojinin gelişmesi, insanın doğayla mücadelesini bir yandan kolaylaştırırken, diğer yandan bu savaşta kendine yenilmesini de hızlandırmıştır. Kişinin kendine yabancılaşmasının derinleşmesi olarak açıklayabileceğimiz bu sorun, aslında çoğumuzun şu ya da bu şekilde mağlup olduğu bir cephede kendini göstermektedir.
Maddenin hayatımızda, manaya galip gelmesinden midir, bilim ve teknolojinin nimetlerinden bilinçli bir şekilde yararlanmayı bilmediğimizden midir bilinmez; ama çoğumuz bu dertten muzdaripiz maalesef.
Bilim ve teknolojik gelişmelerden en büyük payı alan sektörlerden biri de kuşkusuz iletişim sektörü. İletişim teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeye karşın, insanın kendi içinde büyüttüğü iletişimsizlik, yalnızlığın da kapılarını ardına kadar açıyor. Bize sadece bu yolda yürümek düşüyor; hem de tek başımıza. Bunda, yüz yüze iletişimden kitle iletişime geçmenin etkisi büyük. Belki de bu yalnız yürüyüşten korktuğumuzdan olacak, yanımızda hep “yüz yüze” iletişim kurabileceğimiz kişiler arıyoruz. Ancak teknolojinin acımasızlığı işte burada karşımıza çıkıyor ve bizi ait olduğumuz mecraya sürüklüyor; yalnızlığımıza…
Bu zorlu kâbustan uyanmak ve insanlar içinde var olmak ve hissedilmek savaşı veren yok mu? Elbette var. Bu serüvende başarılı olanlar da var, yolunu saptıranlar da…
Bunların Ne Kadarı Kendi Yüzünü Taşıyor Acaba?
Evet… Asıl sorun bence bu. Kendi yüzünü taşıma sorunu. Kişilerin birbirleriyle olan ilişkilerinde olmazsa olmaz önemi haiz, kendisi gibi olma gereği ne kadar önemseniyor? Bence her aklı başında kişinin oturup düşünmesi gereken sorun bu. İradesi sağlam her insan, “Acaba üyesi bulunduğum toplumda, ne kadar kendimi temsil ediyorum?” sorusuna mutlaka cevap aramalıdır. Öyle ya, küçücük menfaatler uğruna kılıktan kılığa girenlerimiz, yalanın dolanın envai çeşidini üretenlerimiz, insanı sömürerek; hatta üstüne basa basa bir basamak yukarı çalışanlarımız ne kadar kendisine dost, dersiniz.
Ne kadarımız mazimizin atimize rehberlik ettiği, gerçeğinden kaçabiliriz? Hem de bunu bilerek girdiğimiz her ortamda, bukalemun gibi kılıktan kılığa bürünmeye çalışmak neden?
Sanatçımız, icracımız, entelimiz, akademisyenimiz, siyasetçimiz, din adamımız, öğrencimiz, sporcumuz, yazarımız, edebiyatçımız, şairimiz kısaca biz… Sınırlı ve sorumlu hayatımızda olması gerekene ne kadar yakınız ve ne kadar kendi yüzümüzle insanların içinde dolaşıyoruz?
Ben hiç kimseyi kendi yüzüyle görmedim. Acaba bunun nedeni kendi yüzümle insanlar arasında olmamamın bir sonucu mu?
Dinlemek için: M. Birgin - Kendi Yüzünü Taşımak (Ruhi Gül)