"Hayat bir oyundan ibarettir."
Bu sözü çok sık duyar ve söyleriz. Elbette bu sözü bizlere söyleten etken dünyamızda yaşanan oyun tadındaki gerçeklerdir. Bu oyun tadındaki gerçekler kimi zaman sanat ve ne yazık ki çoğu zaman da savaş biçiminde servis edilmekte. Bu oyun tadındaki gerçeği hayal kurarak canlandırmak ve sizlerle paylaşmak istedim.
Bilindiği üzere dünyamızın "Avrupa Kültür Başkenti" adında bir misyonu, bir sahnesi var. Dünyamızın bu sahnesine ilk 1985 yılında Atina çıkmış ve onu Floransa, Berlin, Paris, Linz gibi görsel ve kültürel renkliliği ile ilgi çeken dünya şehirleri takip etmiştir. Lakin beni en çok heyecanlandıran "Avrupa Kültür Başkenti" sahnesine 2010 yılında, şerefli komutan Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilen mübarek şehir İstanbul'un çıkacak olmasıdır.
Bir buluşma; kültür, sanat, yaşam... Bir yürüyüş; sivil toplum (burası bizi ilgilendirir), yerel yönetim, hükümet... Bu sözleri İstanbul'un tanıtım filminden hatırlayacaksınız:
"İstanbul'u dünya kentleri arasında ekonomik ve kültürel açıdan daha da büyük bir çekim merkezi haline getirecek 2010 sizin de katkınızı bekliyor. Hiçbir İstanbullu bu ideale kayıtsız kalmamalı."
Bir İstanbullu olarak ben de bu çağrıya kayıtsız kalmamalıyım dedim ve haddim olmayarak aldım elime kalemi. Öncelikle tanıdığım herkese İstanbul hakkındaki düşüncelerini sordum. Birçoğu; Boğaz, Kız Kulesi ve Adalar cevabını verdi. Soru kolay gibi görünüyor; ama aslında çok zor. İstanbul o kadar güzel ve efsunkâr bir şehir ki özelliklerini ayırt edemiyor, önceliği bir başka mekâna veremiyorsunuz. Bu nedenle Umut Mürare abimin cevabı çok ilgimi çekti. "İstanbul maskeli bir balo" dedi. Çok doğru bir tanım; renkli maskenin altına gizlenmiş; mutlu, mutsuz, çirkin ve güzel çehreler var bu şehirde.
Bu baloda sizi kendi düşünce deryanız ile baş başa bırakmak istiyor, satırlarıma kendi hayal dünyam ile devam ediyorum...
"Avrupa Kültür Başkenti" sahnesine öncelikle İstanbul uğrunda verdiği mücadeleyi anlatması için Sultan Abdülhamid'i çıkartıyorum. İkinci sıra, güzelliği ile insanları mest eden Hürrem Sultan'da. Seyirciye doğru oturduğu saltanat tahtında eşi Kanuni Sultan Süleyman'ı ve ahbabı Mimar Sinan'a yaptırdığı Süleymaniye Camii'ni anlatıyor. Bu arada perdede İstanbul mekânları görülmekte.
Sonrasında Hacivat ve Karagöz'ün sahneye çıkması ile etraf biraz daha canlanıyor ve renkleniyor.
Eğlenceden sonra;
"Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim."
mısraları ile başlayan "Canım İstanbul" şiirinin üstadı Necip Fazıl'ı kendi yazdığı şiiri okurken görüyor ve bir ah(!) çekiyorum.
90'lı Yıllar ve İstanbul
Bu kez sahneye buram buram haksızlık kokan taze bir piyes sunuyorum. Aslında bu seyre yabancı değiliz hiçbirimiz. Dekor şöyle; bir bina ve önünde mutluluğu, özgürlüğü engelleyen bir çit... Ve çitin öteki tarafında milyonlarca gözü yaşlı aile. Çitin önünde suçluların(!) binaya giriş yapmalarını engelleyen bir grup selim-i olmayan akıl ehli. İçeriye birinin sızması halinde yakılan selektörler...
Sahne bir an nasıl da medeniyetten uzaklaştı. İzliyorsun değil mi Fatih, İstanbul'unu protokol koltuğundan? Soruyorsun değil mi Ulubatlı Hasan'a; bayrağını diktiği İstanbul'unu?
Yanan selektörleri kim söndürecek, kim hizaya getirecek onları? Sultan Abdülhamid mi? Tanımıyorsun değil mi bu İstanbul'u?
Bizler bıraktığın kadar değiliz. Ama İstanbul'un yine aynı İstanbul! Bütün bu olup bitenlere rağmen ayakta, dimdik! İstanbul'u adam gibi yapan da bu değil mi zaten? Senden aldığı heybetini, duruşunu ve kararlılığını halen yitirmedi. İstanbul'un çok heyecanlı. Ona ordun ile birlikte dua et olur mu? Nasipse 2010 yılında "Avrupa Kültür Başkenti" sahnesine çıkacak. Her şeye rağmen yitirmediği güzelliğini, şanını sana yakışır bir şölen ile bütün dünyaya sunacak.
Ben hayal sahnemi son perdede kapattım. Şimdi sıra sende azizim! Sahne senin İstanbul!
Dinlemek için: M. Birgin & E. Göze - Sahne Senin İstanbul (Zuhal Sarı)