Bireysel Mesaj Gösterim Modu

Görüntülenme: 9877
Küçük Hafızın Öyküsü..
2009/03/27 14:11
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 5,5 (1 oy)

Hafızın Öyküsü

İlkokulu bitirip kursa gelmişti. Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti.
Kayıt yapmak için adını sorduğumda:
"-Mustafa", dedi. Hiç de çekinmeyen bir tavırla... Ve
ekledi:
"-Eğer hafız yaptırmazsanız kayıt yaptırmak
istemiyorum". Böyle tehdit edercesine konuşması onu yaşından daha olgun gösteriyordu.
Tebessümle:
-Korkmayın küçük bey siz isteyin hafız da yaparız,
hoca da..." O küçük gözlerinin içi parıldadı birden.
Babası:
"-Hocam kusuruna bakma hele sen, ille de hafız
olacam der de başka bir şey demez. Bizim köyün hocasından duymuş. Peygamberimiz hafız olanlara cennette taç giydirilecek demiş herhalde. Siz daha iyi
bilirsiniz ya köylü kafası, biz de bu kadar duyduk anladık. Bu da çocuk işte".
"-Tabi amca ne demek, keşke herkes sizin gibi
duyduklarından etkilense de teslim olsa...
Siz hiç merak etmeyin oglunuz önce Allah'a sonra bize emanet."Adamcagız" elime yapıştı, öpecekken geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm. Gözleri yaşardı.
"-Hocam bu eller, gözler hep günahlı asıl sizinkiler öpülmeye layık".
"-Estağfirullah amca", dedim. O ahirette belli olur.
Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığım Mustafa'nın
Erzurumlu olduğunu öğrendim. Bir an düşündüm.
"Küçük nasıl kalacak bu kadar zaman buralarda"...
Zaman ilerledikçe Mustafa'nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni. Azimliydi. Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez...
Böyle devam ederken arada bir bana gelip sorular soruyordu. Bir gün:
"-Hocam hafız olmak için Kur'an'ı bitirmek mi lâzım"
diye sordu. Ben de:
"-Tabiiki hepsini ezberleyeceksin ki hafız adını alacaksın".
Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi. Birşeyler demek istiyordu sanki...
Teşekkür etti ve döndü arkasını gitti.
Derslerim arasında onlara sürekli Kur'an ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum.
Talebelerden biri:
"-Hocam", dedi. "Mustafa'nın babası ona abdestli
olmayanın hafızlara dokunamayacağını söylemiş doğru mu?" diye sordu.
Çok ilginçti doğrusu. Maşallah dedim.
"Osmanlı zamanında atalarımız Kur'an'a ve hafıza
kıymet verdiklerinden öyle yaparmış" dedim. Çok hoşlarına gitmişti bu iş. Hepsi adeta kendilerini
ulaşılması zor, kasa içindeki altın gibi görüyorlardı.
"Görsünler" dedim içimden, bu yaşta buralara gelmişler. Allah'ın kelamını ezberliyorlar, onlara
fazla görmem bunu. Bu arada Mustafa ara sıra rahatsızlanıyor ve revirde yatıyordu. Zaman geçtikçe Mustafa'nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu.
Bir gün dersini 2 kez aksatınca sordum.
"-Ne oldu yoksa baabnı ve anneni mi özledin?"
"-Hayır", dedi.
"-Neden moralin bozuk? Sık sıkta hasta oluyorsun", dedim.
"-Yanlış anlamayın, inan kibabamı ve annemi özleyipte gitmek istediğim yok. Burayı çok seviyorum. Allah'ım'dan çok korkuyorum. Buraları terk edersem bana ahirette hesabını sormaz mı?"
Bir şey diyemedim. Suçlu bile hissettim kendimi. O küçük
kalpte bu ne imandı Ya Rabbi! Onu hayranlıkla izliyordum.
Bir gün çok rahatsızlandı. Doktora götürmek zorunda
kaldık. Bir çok tahlillerden sonra arkadaşım olan
doktor hanım:
"-Hoca hanım derhal bu talebeyi ailesinin yanına
gönder" dedi. Şaşkınlıkla:
"-Neden?" diye sordum. Bana:
"-Belki üzülecek hatta inanmayacaksın ama bu talebe
"Kanser".
Adeta başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Sanki her tarafıma Rabbimin Rahmet sıfatı tecelli etmiş, şefkat sarmıştı. Hastahaneden ayrılırken Mustafa'ya hiç bir şey diyemedim. Oysa anlamış gibi bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu. Kulağıma
eğilerek "-Hocam" dedi. "Azrâil insanların canını alırken nasıldır?"
Ağlamamak için zor tuttum kendimi:
"-Güzel bir surettedir, mü'min kullara", dedim.
Sevindi, sanki mırıldandı:
"-Belki hafız olamam ama Elhamdülillah mü'minim" diye.
Şimdi anlamıştım bana önceden sormuş olduğu soruyu.
Demekki hastalığını biliyordu. Hafız olmak için Kur'an'ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden
üzüldüğünü şimdi anlamıştım. Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık. Çünkü dayanılmaz acılar içinde olduğunu görüyorduk. Evine gitmesi gerekiyordu. Ailesi geldi.
Mustafa yanıma gelerek:
"-Bana kızmadınız değil mi? Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız".
"-Ne demek nasıl kızarım sana" dedim. "Hem sonra sakın üzülme hafızlığımı bitiremedim diye. Bu yola girdin ya. Rabbim seni hafızlar zümresinden yazmıştır
İnşaallah", dedim. Öyle sevindi ki sarıldı boynuma;
"-Gerçekten ben şimdi hafız sayılır mıyım? Baba bak duydun değil mi?"
Ya Rabbi bu ne aşktı. Rabbimin hikmeti tecelli etse de
iyi olsaydı şu Mustafa ne güzel bir kul olurdu. Böylece Mustafa'yı Erzurum'a uğurladık. Çok geçmedi. Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi. Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup
almıştım. Bana hep hafızlık tacını merak ettiğini, rüyalarına bile girdiğini yazıyordu. Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı. Mustafanın babasıydı karşımdaki ses.
Ağlamaklı bir sesle:
"-Hocam Mustafa'yı uğurladık. Rica etsem bir hatim okurmusunuz" deyince bende dayanamadım ağlamaya başladım. Babası beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:
"-Size ölmeden önce şunu söylememi istedi", dedi.
Hıçkırarak:
"-Babacıgım hocama söyle Azrâil söylediğinden de güzelmiş".
"Ey Rabbim senin kelamın için yanıp tutuşan, yoluna
yapışıp kelamına sımsıkı sarılan kulunu sen son nefesinde yalnız bırakır mısın hiç?"

 

Abonelik Bilgisi Abonelik
Etiket Ekle
Etiket:
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: Gakk, busbus, siyamiaytar, 1234123123123, Siyami,
Son Oturumlar: