Efendim, üzerinize afiyet, önceki günlerde bir soğuk algınlığına yakalandım. Burada, bu durumum sayesinde yaşadığım bir anımı anlatacağım.
O gün bir arkadaş, misafir olarak bendeydi ve uzun bir muhabbet sonrasında nihayet uyku faslına geçmiştik.
Yatmaya hazırlanırken, boğazım hafiften sinyal verdiyse de, pek önemsemedim ve her zamanki gibi normal örtünerek uyudum.
Sonraki sabah uyandığımda, boğazımda garip bir şeyler hissediyordum. Arkadaşa bir-iki şey sordum, cevap vermedi; garipsedim. Neden cevap vermediğini sordum, yine tepki vermedi; kızmıştım. Biraz yüksekçe bir sesle ismiyle seslendim; ürkmüştü, aynı zamanda şaşırmıştı.
Meğer sesim kısılmış olduğu için, ilk söylediklerimi duymamış; yüksek sesle seslendiğimde de (o zamana değin sesim açılmıştı), ürkmüş olması normaldi; zira, ben de yadırgamıştım: Sanki iki ben daha, benimle aynı şeyi, senkronize olarak söylemişti.
Evet, ses hayli kalın çıkıyordu. Az sonra, sesimin nasıl algılandığını anlama adına, mikrofonu elime aldım ve kayıt etmeye başladım.
Kayıt öncesi, arkadaşı, kayda iştirak etmesi noktasında ikna edemesem de, az sonra kendiliğinden dahil olacaktı: Ben, bunu, o anki sesimin zorbalığına bağladım.
Kaydı bitirmiş ve dinlemeye başlamıştık. İlkin bana hayli tuhaf gelen sesime, birazdan alışacak ve sevmeye başlayacaktım. Hatta bunu "demo" olarak büyük radyolara gönderebileceğimi, espri olarak arkadaşlara söyledim (Bu ses tonumun sürekliliğinden emin olamadığım sürece, zaten espriden öteye geçemezdi :)).
Ve ben, bu ilgi çekici ve geçici ses tonumu, anılarda da olsa kalıcılaştırma ve ondan daha fazla yararlanma adına düşünmeye başladım. Birkaç yazı ya da tiyatral metin seslendirebileceğimi düşündüm. Elbetteki bu tür çalışmalar bir anda tamamlanabilen türden değiller: Üzerlerinde didinilmesi, tekrarlanılması ve en önemlisi zaman sarfedilmesi gerekliydi; oysa benim zamanım yoktu! Ve bu telaşla, iki-üç serbest kayıt daha yaptım.
İki gün sonra, sesim normalleşmeye başladığında (ki bu, boğazımın da iyileşmeye başladığını ifade eder), üzülmeye başlamıştım.
Ben öteden beri, telâffuz ve tonlama noktasında, egzersiz yapan ve bu uğurda çabalayan birisiyim. Bu olaydan sonra, o sesi elde edebilmek için hayli gayret sarfettim bir süre; ama nafile.
Hani, "Kedi, uzanamadığı ciğere murdar der" hesabı gibi olacak olsa da, şu açıklamayı yapmaktan geri durmayacağım: Aslında, o kalın ses ile, dikkatli kulaklardan kaçmayacak bazı ufak ve ince sesleri çıkaramıyordum.
O geçici ses tonumu canlandırabilmeniz için bir karşılaştırma yapmaya girişeceğim:
Bilmem, "Cengiz Demir"i bilir misiniz? Bir zamanlar Marmara FM'de, şimdilerde ise Radyo 15'te haber sunan, oldukça tok sesli, sıkı bir radyocudur.
"Radyocu" ifadesini özellikle vurgulamak isterim: Yıllar önce, radyonun, televizyondan olan üstünlüğünü, minik ve etkili bir anısıyla anlatmıştı.
Ve ben, o gün bugündür bunu unutmam, kimileyin anlatırım da. Şu an, konumuz bu olmadığından buraya eklemeyeceğim; ancak, radyo hakkında, yaklaşık iki sene önce bir yazı yazmaya başlamış ve bu konuda materyal toplamış; ancak yazıyı toparlayamamıştım. Şayet sonuçlandırabilirsem, bahsi geçen bu anıyı orada bulabileceksiniz.
Evet ne diyorduk, Cengiz Demir... İşte benim ses tonum, onunkinden dahi daha kalındı. :)
Tabi, meydanı boş bulduğumu ve atıp savurduğumu, desteksiz konuştuğumu düşünüyor olabilirsiniz. İşte öyle olmadığımı ispatlama adına, yapmış olduğum ilk kaydı, olduğu gibi, dinleyebilmenize imkân tanıyorum.
Ancak öncesinde birkaç açıklama yapmakta yarar görüyorum: Bu kayıt, bir doğaçlamadır ve öylesine yapılmış olduğu için, mantıksal ve mekaniksel tüm hatalardan ötürü özür dilerim.
--------------------------------------
M. Birgin (Mart 2006) (AP-13)