Birkaç yıl önce, bağlı bulunduğumuz Genel Müdürlük; 4(dört) arkadaşımla birlikte, beni bir ilimizde, memur statüsünde işçi almak üzere görevlendirmişti. Sözünü ettiğim ilde 10(on) personel alacaktık ve bunlar il müdürlüğü bünyesinde görevlendirilecekti.
Biz 5(beş) arkadaş birleşerek, sözünü ettiğim ile gittik. Önceden ayrılan bir misafirhaneye indik. Bu ilimize gelişimizi kimsenin duymasını istemiyorduk. Beşimizin de kanaati oydu ki, hak edeni kazandıralım, siyasi ve diğer baskılara boyun eğmeyelim. Biliyorduk ki, imtihana katılım yoğun olacak ve herkes bir referansla bizi rahatsız edecekti, çünkü Türkiye'nin gerçeği buydu. Bunun için çok dikkatli davranıyorduk.
Bu ilimize ikindi vakti gittik. İkindi namazını kılmak için tarihi bir cami olup olmadığını sorduk. Biliyorduk ki bu ilimiz cami bakımından biraz fakirdi. Tarihi bir cami olduğunu söylediler. Beş arkadaş, arabamıza atlayarak oraya gittik.
Kimse bizi tanımıyor, zaten cami de şehrin biraz dışında. İkindi namazı kılınmış, caminin avlusu boş. Beşimiz de şadırvana oturarak abdest almaya başladık. Ayakkabılarımı çıkarıp çoraplarımı da sıyırmaya başlamıştım ki, ayaklarımın önüne bir takunya kondu.Bu takunyaları önüme kim bıraktı diye başımı kaldırınca, yüzüme tebessümle bakan, 25 yaşlarında bir gençle karşılaştım:
'Ben buraları bilirim, siz yabancıya benziyorsunuz; namaz kılana hizmet, Allah'ın rızasını kazandırır. Allah kabul etsin!' dedi.
Gencin tebessümü, davranışı bizi çok etkiledi.
Sordum: 'Sen kimsin? Adın nedir?'
'Adım Bilâl. Bu mahallede oturuyorum.'
Bir an abdest almayı bırakarak, gençle ilgilenmeye başladım.
'Ne işle meşgulsün Bilâl?'
'Şimdilik işim yok. Ama inşallah yakında işe gireceğim.'
'Nasıl olacak o?' dedim.
Yüzüne huzurun ve mutluluğun tebessümünü kuşanarak:
'Üç gün sonra ......... Müdürlüğünde sınavla adam alınacak. Rabbim, oraya girmeyi nasip edecek inşallah' dedi.
Arkadaşlarım da abdest alırlarken, Bilâl'le aramızda geçen bu diyaloğa kulak vermişlerdi.
'Peki Bilâl, bu zamanda işe girmek zor, senin torpilin var mı? Referansın kim? İşe nasıl gireceksin?'
Bilâl'in o mütevekkil halini hiç unutamıyorum! Hepimizin üzerinde bomba tesiri yapan sözü söyleyiverdi:
'Benim referansım Allah (cc)'tır; O yüce yaratıcımızn ne güzel vekildir O. Dün gece O'na dilekçemi sundum. Hiç yetimin duasını geri çevirir mi O?'
Yâ Rabbi! Ne işe tutulmuştuk! Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Gözlerimin buğulandığını ona göstermemeliydim.
'Bilâl, baban yok mu?'
'Yok, ben 3 yaşındayken ölmüş. Anneciğim büyüttü beni.'
Temiz bir saflık üzerindeydi. Bütün söylediklerini gönülden söylüyordu. Bu, o kadar meydanda idi ki, kalbi adeta yüzüne vurmuştu.
'Askerliğini yaptın mı?'
'Yaptım ya, hem de çavuş olarak.'
'Evli misin Bilâl?' Bir anda gözleri yere düştü. Yine o mütevekkil hâli bütün yüzünü kaplamıştı.
'He ya, evli değil de sözlüyüm. İnşallah, işe girer girmez hemen düğünümü yapacağım!'
'Ama Bilâl, 3 gün sonraki sınav için o kadar kesin konuşuyorsun ki, sanki kazanmış gibisin!'
Gözlerini ufka dikti, daldı, sustu ve biraz sonra:
'Ben Rabbimi seviyorum, inanıyorum ki, O da beni seviyor. Seven sevene yardım etmez mi?'
Ona söyleyecek lâf bulamıyordum. Allah, bizi kocaman kocaman(!) müdürleri, Bilâl kuluna hizmet etmek için oraya göndermişti, adeta. Kim müdür, kim garibandı?
Bilâl dilekçesini büyük makama verince, melekler harekete geçtiler, daire müdürleri harekete geçtiler ve hep birlikte ona koşmaya başladılar; çünkü emir büyük makamdandı. Allah'a malik olan insanın mahrumiyeti söz konusu olabilir miydi?
Sormaya devam ettim:
'Bari Bilâl, evlenecek kız bulabildin mi? Bu zamanda hem yetim, hem de işsize kim kız verir ki?'
Başını salladı ve 'doğru' diyerek ekledi:
'Zor nişanlandım ya. Allah razı olsun, kayınpederim olacak olan insan, 'Sözde Müslüman' değil, hakiki mü'min.
'Bu zamanda namazında-niyazı nda damat nerde bulunur, hem rızkı veren Allah'tır' dedi ve kızını bana verdi. Rabbim rızkımızı verecek inşallah.'
Bilâl lise mezunuydu. 300(üçyüz) kişinin katıldığı yazılı sınavı başarıyla geçti. Ve bizler, önümüze sunulan -Bakanlık dahil- tüm referansları bir kenara koyarak, Bilâl'in referansını en öne koyduk.
Mülakât gününe kadar bizi göremedi. Mülâkata girdiğinde karşısında bizi görünce birden şaşırdı, yüzü kızardı ve gözleri yere düştü.
Sessizliği bozdum: 'Bilâl, bizi tanıdın mı?'
'Evet!' 'Peki ne diyeceksin şimdi?' Ağlamaya başladı. Çocuk gibi ağlıyordu. İster istemez bizler de ona uyduk. Saba makamında hıçkırıklar boğazımızda düğümlenmişti. Bilâl, ellerini kaldırdı ve dua etmeye başladı:
'Ey Rabbim, ben niyazımı Sana sunmuştum. Hâlimi Sana açmıştım. Şimdi burdaki müdürlerime karşı mahcubum. Ey Allah'ım, ben Sen'den başkasından istememeyi istedim, Sen'den, yine de öyleyim.'
Sessizlik odayı doldurmuştu. 'Ne olur bana izin verin çıkayım' dedi. 'Peki Bilâl' dedik, 'Güle güle, Allah işini, aşını, eşini mübârek kılsın!'
Allah'tan isteyenler muratlarına erdiler de gayrısından isteyenler helâk oldular. Allah dilerse bütün dünyayı Bilâllere hizmetçi yapar.
"Bilâlin taşıdığı kalp ve gönül saflığına ulaşmak gerekmez mi?..."
vesselam
dipnot: bu gercek olmus bir olaydir...