Gökyüzü Depremleri
Haydi Ammar, haydi Ammar durma
Ebabiller sana kanat çırparlar
Kudüs göklerinde kara bulutlar
Bulutlar içinde ışık saçarlar
Filistin’de küçük , beyaz yumruklar
Anne feryatları gökleri sarsar
Haydi Ammar, haydi Ammar durma
Ebabiller sana kanat çırparlar
Başından büyük öfken öfken bilenir
Yüreğln kadar sıkı avuçlarında.
Süleyman seni seyreder sana güvenir
Mescid-i Aksa’nın kapılarında.
Haydi Ammar, haydi Ammar, durma
Ebabiller sana kanat çırparlar
Şiir : Ahmet Mercan
Müzik : Ömer Karaoğlu
Albüm : Yere Düşen Yıldızlar
Filistinli Çocuklar
Sapanın ucundan savrulan taş
Umduğumuz menzile erişmese de
Siz haklısınız çocuklar
Suriyeli Lüblanlı ve de Ürdünlü
Belki Iraklısınız çocuklar
Kimbilir kaç yerinden kırılmış kollarınız
Hala çalışan kalbinizin bedeli
Kimbilir kaçtı
Kurşun gelip sizi bulmadan önce
Filistinde olup bitenler
Zevkli bir saklanbaçtı
Çeliğe karşı nasıl dayanır
Siz karton mızraklısınız çocuklar
Küçük canlarınızı telef etse de düşman
Ve mahzun bakışlarınız yere binlerce yıldıız ekse de
Su yerine kan aksa da çeşmelerinizden
Siz yine benim kalbimde saklısınız çocuklar
Şiir : Metin önal Mengüşoğlu
Albüm : Yere Düşen Yıldızlar
Mescid-i Aksa
Mescid-i Aksayı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yeraltı nehir çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerin diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebinin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Burak dolanırdı yörelerimde
Miraca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mümin
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebiler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Müminden yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgârlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vahayım
Mescid-i Aksayı gördüm düşümde
Mescid-i Aksayı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu
Şiir : Mehmet Akif İnan
Albüm : Yere Düşen Yıldızlar
Ben Muhammed’im
Yüzüm döküldü eski mektuplardan
Bir siğara içimlik düştüm dünyaya
Koptum,gözyaşına boğuldum Efendim
Bir bilyenin peşinden çıkmıştım evden
Ev yani dışarısı korkunç bir küre
Ben Muhammed’im Muhammed benim
Uzak dur gövdemden dedim kurşuna
Okşadı kalbimi gün ortasında
Kırarak yüreğimi,büyüttü hüznü
Genişletti içimdeki kara deliği
Hedefe erdi kurşun ,öldürdü beni Efendim
isyan büyütür kalbim dinleyin
işgal edilmiş bir kentte haykırıyorum anneme
Yenilmedim, kirli su içmedim
Bakın gözlerime… kocaman gözlerime
Umut damla damla akıyor Efendim
iste ölen benim, ölen Filistin
Ben Muhammed’im Muhammed benim
Ertelenmiş mutluluğun çocuğu
Ben saklandım, kurşun buldu beni
Ayağıma değdi önce soğuk nefesi
Karnıma ,omzuma daha sonra da
Dört kurşun var içimde
Ben Muhammed’im nerden geldi
Bu bela başımıza Efendim
Ben Muhammed’im Muhammed benim
Kelimelerde yaşayan bir ülkenin çocuğu
Şiir : Özcan Ünlü
Albüm : Yere Düşen Yıldızlar
Ateşlerden Geçen Kim
İşte orada Mescid-i Aksa
Orada inceden inceye bir ağrı
Süleyman mülküne gözyaşı düştü
Nasıl da kalbinde fırtınalar kopmuştu Belkıs’ın
Nasıl da düşmüştü yola ilk mektup ile
Dağ taş bir ordu.
Süleyman mülküne gözyaşı düştü
Ağıt oldu yaşamak
Zulüm oldu yaşamak.
Ölüm bir başka ölümün içindedir
Tahammül olmuştur artık anaların gözyaşlarında
Bu her anı vurulmak olan göğsünden bir gencin
Adım atmak Davut gibi. Bir adım daha
Hani yola düşenlerin nağrası hani kardeşlerim
Bu zulme inen kırbaç bu sonu berrak olan imge.
İşte orada Mescid-i Aksa
Orada inceden inceye bir ağrı
Ah kalbim
Ateşlerden geçen kim
Yollara düşen kim?..
Peki kim verecek göğsünü kurşunlara
Kim çıkacak bu şehrin ortasından
Kardeşlerim: “Fitne kalmayıncaya kadar”
Güzellik oluncaya kadar
Esenlik oluncaya kadar
Kim verecek göğsünü kurşunlara.
Buluşmaya gidiyoruz diyecek olsa birimiz
Parıldasa, saçılsa lavlar bakışlarımızdan
Bize gelse yeğinlik bize gelse cömertlik
Serazat bir aşk ile düşerken yollara
Volkan gibi hazırlanıyorken
Tahammülü zor çarşılarda
Sanki ötresi düşmüş bir harf
Buluşmaya gidiyoruz diyecek olsa birimiz.
Ama olmuyor. Dağlara gitmiyor haber
Şehirlerin macerası fena
Meydanlara musallat olan pus dağılmıyor
Ama olmuyor.
İnce bir sızı olarak giriyor hayatıma
Buluşmaya gidiyoruz diyecek olsa birimiz
Dağ, ırmak, deniz.
Şiir : Nurettin Durman
Albüm : Yere Düşen Yıldızlar
Filistinli Çocuk
Sus payı kalmadı çocukların
İntifada taş yağmuru
Kılıç tutan elin
El olduğunu biliyorlar
Göğüslerinde özgürlük haritası
taşınan bir şarapnel
Mezar taşlarına yazılmıştır kader
Çocuk, silah ve zaman
Kınında durmaz zulüm
Anne bağrındaki taşlar susuzdur
Emeklemek yok çocuk
Her mevsim kan sofrası
Kuş seslerinin uyuttuğu sabah
Toprak, susan kalem
Ağlayan nar çiçeği
Ve beşik beşik ölüm
Tırpan vurdular merhametine
Adını Filistin koydular
Çocuk, silah ve zaman
Çocuklar Ölüyor akşam olmadan
Şiir : Şeref Akbaba
Albüm : Yere Düşen Yıldızlar
Acı
seni de vururlar bir gün ey acı
uçuşup durduğun kanatlarından
sazın sözün türkülerin tükenir
ellerin koynunda kalakalırsın
şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı
gül açan yüzlerimizde
göğeriyor rengin senin de
biz seni
tâ eskilerden tanırız hani
göğüslerimize taş olur inerden
avuçlarımızda hira dağıydın
al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde
Akdeniz rüzgarlarına karışan sendin
biliyorum
hiçbir tarıh yazmayacak
ve bir sır gibi kalacak yakılan kitaplarda
göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize
mitralyözlerin washingtondan ayarlandığını
seni de yakarlar bir gün ey acı
bir taptuk kul gözlerinden vurursa
parmakların eğri ağaç tutamaz
çığlıkların çağlar aşar duymazsın
ve ben biliyorum
örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı
ve ibrahim’in baltasını
ben biliyorum
nereden başladı bu kesik dans
ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü
insanlar kim?
kim kimin yanında
kim kimin karşısında
meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim
üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız
çantasında kimin fotoğrafını taşıyor
kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar
neden gülüyorlar ki
seni de vururlar bir gün ey acı
filistin’de sapan taşlı çocuklar
dalın, kolun, fidelerin, budanır
kuru bir kütükle kalakalırsın
öyle bakmayın balkonlarınızdan
fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu,
damarlarımızı yırtıyor
tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları
pompalıyor yüreğimize
pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken,
çeçenya’da yiğitler
inancın emeğin/ve aşk’ın
kılcal damarlarına ulanıp sustular…
ve ne bağdat’tan
ne şam’dan
ne mekke’den
ne diyarıbekir’den
ne istanbul’dan
ne buhara’dan
bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi
duymuyor
seni de vururlar bir gün ey acı
halepçe’de soldurulmuş gül gibi
bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın
suskun, sıcak, uzun yaz geceleri
ve siz
ey analar,
hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler
söylerdiniz
hani siz, fatihler doğururdunuz…
gelin-kızların giysileri kirletildi
çocuklar hep yetim kaldı
‘elem yecidke yetimen feava’
ve ben biliyorum
ben biliyorum
istanbul’un
bağdat’ın
diyarıbekir’in
mekke’nin
buhara’nın
birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü/sonra
ey insan
ey insanlık
ayağa kalk
kolları ve bacakları budanmış delikanlıları
boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları
gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu
çocukları
gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin
ve bir gün
bu dünya
gül bahçesine dönecek
bunu böyle bilin/ ve
unutmayın…
Şiir : Ferman Karaçam
Albüm : Yere Düşen Yıldızlar