Bugün şu "Hayal ettiğin müddetçe" yi yeniden okuyayım dedim, ne de olsa hayalim gerçek olmuştu geçen Cuma günü.En az 5 yıllık bir hayal hem de..Ösym klasiklerinden biri..
Ali Çolak Beyefendi'nin "Ömrünün bir yarısı "rüya"sını kurmakla, öbür yarısı çatlayan rüyayı tamir etmekle geçer insanın"diye başlayan ve "Şu ne kadar açık, ne korkutucu: Adsız bir hayat sürmemizi istiyorlar bizim... Hayal kurmayı unutturmak istiyorlar. Muktedirlerin en korkulu rüyası, hayalleri olan adamdır çünkü. Kaç yıkım görürse görsün, sahip olduklarını bin defa yitirsin eğer hayali işliyorsa ve bir "rüya"sı varsa insanın, korkulur (!) ondan. Yitirmemiştir hiçbir şeyini. Ve yeni baştan, yeni baştan kurmaya soyunabilir her an. Hayalleri olan, kabullenmez halihazırı. Değişmek ve değiştirmek ister, bir gün mutlaka... Hayali olanın umudu vardır çünkü, başka dünyalara özlemi vardır.Hayallerimizi kuşatmak, rüyamızı parçalamak ve bizi yalnız bugünün dar hendesesinde boğmak istiyorlar. Geçmişsiz ve geleceksiz; yalnız yaşamış olmak için yaşamamızı... "Yarın"ımızı da çalmanın tek yolu bu çünkü...Ve son söz: "Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var?."satırlarıyla son bulan köşe yazısı..
Şimdi gerçekleşmiş olması sebebiyle tekrar okuduğumda,hâkikaten de durum bundan mı ibaretti? Önce hayalini kurmak sonra da bu hayalin kâh rüya, kâh kâbus karmaşasında yol alması ve en nihayetinde vâki olması...
Yalnız bu zincirin unutulan baş halkası var ki o da kader.. Kaderimizde belli ki, bu rüyalarımıza kadar gelen hayallerimiz adına ısrarla dualarda bulunuyoruz.
Ne yani ben istiyordum da, kazanamayan diğeri istemiyor muydu sanki? Ya da bu kazanamayan ben olsaydım hafizenallah, hiç tâlip olmadığım anlamına mı gelecekti?
Elbetteki hayır!
Kimse alınmasın ama tüm bunlar laf-ü güzaf; biz diyelim yine "görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler, Hak şerleri hayreyler zannetmeki gayreyler"