Boşunadır ilkokul sınıflarımızın duvarlarını süsleyen mevsim şeritleri. Boşunadır her tahtaya kaldırıldığımızda dört mevsimi peş peşe ezberden sıralamamız, sırf bu yüzden aferinler almamız.
Ömrümüz boyunca dönüp dolaşıp heceleyerek okuduğumuz ve asla ezberleyemediğimiz dört kelimeden ibaret kısa bir cümledir aslında çocukluğumuzdan beri bize öğretilmeye çalışılan dört mevsim. Bu kısa cümlenin içinde yaşarız tekrar tekrar yalnızlıkları, hastalıkları, ayrılıkları, kavuşmaları. Kimimiz baharlar yeşertir içinde yıllar yılı, kimimiz bir ömür sonbahar rüzgârlarında selvi yaprağı? Kimimizin tebessümünde yaz aydınlığı, kimimizin daima karlıdır gönül dağları. Hasılı, okusak da hecelesek de mevsimler içimizde bıraktıklarıyla bulur manasını.
* * *
"Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş"
Denizler, dağlar, çiçekler, kuşlar gibi mevsimlerin de bir dili vardır hayat telaşından uzaklaşıp, sustuğumuzda ruhumuza fısıldayan. Baharın dili çiçektir, sonbaharınki yaprak. Yaz, aydınlık şarkılar söyler kendisini dinleyene. Ve kış, kar diliyle söyleşir ona gönül kapılarını açanlarla.
Eğer yılın altı ayının kıştan sayıldığı bir coğrafyada yaşıyorsanız en iyi kışın dilini bilir, onunla söyleşir, onu dinler, ondan kendinizde bir şeyler bulursunuz. Kendinizi onda bulursunuz. Ruhunuzdaki aydınlık onun beyazlığından, ağır usul yürüyüşünüz onun ağır gelişinden ve gidişinden sinmiştir benliğinize.
Kardır kışın dili ve kar, çiçeklerin en çabuk solanıdır.
* * *
"İncecikten bir kar yağar"
Kar da bir çiçektir yalnızca kendi mevsiminde açan. Bu yüzden kendisini görmeden önce kokusunu duyarsınız size yaklaştığında. Rüzgârdan onun selamını alır, topraktan kaç gün misafir olacağını öğrenmeye çalışırsınız.
Hava kurşunî renkte bulutlarla kapanır, vakit geceyse de etraf aydınlıktır. Her şey yavaşlar ilk kar tanesinin yeryüzüne inmesinin ardından. Ağır usul, nazlı nazlı ve dönerek inişinden anlarsınız ki kar da memnundur halinden.
Hangi şehirde, kasabada ya da köyde yaşıyor olursanız olun, o aynı vezinde söylenmiş mısralar gibi düşer pencerenizin önüne.
Şayet her insanın gökyüzünde bir yıldızının olduğu doğruysa, mutlaka her insanın rüzgârlarla başka diyarlara savrulan, kendinden çok uzaklarda bilmediği iklimlerde eriyen ve tekrar göğe yükselen bir de kar tanesi vardır gökyüzünde. Kim bilir, geciktiğinde yolunu hasretle bekleyişimiz ve geldiğinde içimizi kaplayan çocuksu sevinç belki biraz da bu yüzdendir.
Her kar tanesinin farklı bir fısıltısı vardır işitenini büyüleyen, lâl eden. Ruhumuza ulaştığında o ses, pencere önündeysek öylece kalakalırız orda. Ya da dışarıdaysak bir türlü bulamayız evimizin yolunu. Savrulan kar taneleri gibi savrulur dururuz yollarda. Yüzümüze elimize düşen kelebekten daha kısa ömürlü kar taneleriyle içimizden konuşur, bambaşka bir âlemin eşiğinde buluruz kendimizi.
Yalnızca kar değildir gökten inen. Bizi üşüten, iliklerinizde hissettiğiniz yalnızlık ve faniliktir biraz da. Vakit gündüzse çabucak akşama yakalanırsınız; şayet vakit akşamsa saatin yelkovanı yavaşlar ve uzayıp gider geceler başka gecelere, zamanlara doğru. Titrer, etrafımıza bakar ve bir dost sesi bize dünyada olduğumuzu hatırlatsın isteriz.
* * *
"Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta"
Hiç değilse yalnızca bir kışı şehirden uzakta geçirmediyseniz, kaç yıl yaşarsanız yaşayın, kaç memleket dolaşırsanız dolaşın, yeryüzünde telafisi mümkün değildir bu noksanlığın. Farkında olmasanız da içinizde hep yarım bir kış kitabının sayfaları uçuşur rüzgârlarda ömrünüz boyunca.
Kışsa ve dışarıda kar yağıyorsa, elinizde bir bardak sıcak çayla pencere önünde dışarıyı seyretmekten başka yapacağınız her iş hürmetsizliktir yağan kara. Zira en çok siz seyreyleyin diye uzaklardan gelir, göklerden yakınınıza iner. Her kar tanesi yere değmeden önce kalbinize değer, kalbinizi titretir, üşütür orada bir yerleri ve o üşüme alıp sizi başka zamanlara, mekânlara götürür.
* * *
"Sesin nerde kaldı kar içindesin"
Yolları karla bağlanmış, beyaz dağları bulutlarla kavuşmuş bir köyün en ücra evine, çocukluğunuza uğrarsınız biraz. İsli gaz lambalarıyla ışıtılmaya çalışılan karanlık bir odanın kıyısında, tuhaf kokusuna zamanla alıştığınız ot döşeğin içinde büzülmüşsünüzdür. Dışarısı içerden daha aydınlıktır. Duvarda ansızın değişen gölgeler dahi içinizi ürpertirken, uzaklardan gelen kurt ulumaları damarlarınızdaki kanı yavaşlatır.
Dışarıda kar yağarken ya da akarsuların dahi buzlar altından kendine yol aradığı bir akşam ayazında, közü geçmeye yüz tutmuş bir tandıra yarı ıslak yün çoraplarınızdan kurtardığınız ayaklarınızı sallayıp, başınızda dolanan bir uyku mahmurluğuna direnmeye çalışan kavruk yüzlü bir çocuk olursunuz kendi "Kibritçi Kız" masalınızın içinde.
Kevenle tutuşturulmuş bir odun sobasının üzerindeki esmer çaydanlığın derdini sobanın ateşi geçinceye dek dinleyen, elleri başının arkasında uykuya dalmaya çalışan bir delikanlının yüzü belirir, kar hızlandıkça bakışlarınızın saplandığı boşlukta. Gözlerinizi kapatırsınız; aynı soba üzerinde kuruttuğu tütünü ezilmiş tabakasına sararmış titreyen parmaklarıyla basan, az konuşan, az gülen bir dedenin dönüp de yüzüne bakmadığı mahcup torunusunuzdur.
Yerle gök arasında, kışın rengine bürünmüş, her rüzgârda birbirine tutunarak başka ilahiler söyleyen selvilerin, kavakların ortasında, bacasından incecik dumanların süzülerek tüttüğü küçücük bir kerpiç evdir hatıralarınızın toplandığı tek mekân.
Kapı önünde bekleyen köpeğin keyfi, sofralar serildiğinde sini altında bekleyen kedinin biçare bakışı ve her dışarı çıkışınızda sizden yiyecek bekleyen serçeler sonsuz bir şükür duasına taşır sizi. Bir okyanusun orta yerinde, yakınlarda bir ada düşleyerek mutlu olan gemisi parçalanmış bir yolcusunuzdur oysa. Üşüseniz de bilirsiniz baharla birlikte atmaya başlayacak kaç küçücük yüreğin yorganıdır toprağın üstündeki bu beyaz örtü.
Yamaçlarda, yol kıyılarında kalır tilkilerin kurtların bıraktıkları ayak izleri bahara kadar.
Kış teslimiyettir ve aczimize sığınarak hatırlayışımızdır âdemliğimizi.
"Dünyanın en uzun hüznü yağıyor / Yorgun ve yenilmiş insanlığımız üstüne"
* * *
En güzeli kıştır mevsimlerin. Zira kar yalnız onun misafiridir.
Hiç değilse yalnızca bir kışı şehirden uzakta geçirmediyseniz, kaç yıl yaşarsanız yaşayın,
kaç memleket dolaşırsanız dolaşın, gridir bütün mevsimlerin içinizdeki rengi.
Hüseyin Kaya / Semerkand Dergisi