Bireysel Mesaj Gösterim Modu

Görüntülenme: 198365

Okunmasını şiddetle tavsiye ettiğim bir kitap..

gün içindeki kahve-çay molalarında okunabilecek ağız tadladıran bir eser..

Kitaptan en ilgimi çeken makaleyi paylaşmak istedim.. sanırım yabancı dil öğrenmeye duyduğum merak ve bu merakın yanında Türkçeye duyduğum sevgi ve koruma içgüdüsünden dolayı bu yazı çok hoşuma gitti. biraz uzun ama umarım siz de okur ve beğenirsiniz...

Türkçe Bilinci Diye Buna Derler

Türkçemizin bugünkü çaresizliğine bakıp da hâline üzülmeyenimiz olduğunu sanmıyorum. Bu acıklı tablo onun acziyetinden değil, bizim ona karşı umursamaz tutumumuzdan kaynaklanmaktadır.

Bazılarının dediğinin aksine bu dilde her türlü ilim yapılabilir, yeter ki dilin ihtişamında eğitim sistemi, ona uygun bir ekonomi ve onu geliştirecek çağdaş bir teknolojiye sahip olabilelim. Ama hepsinden de önemlisi bizatihi bu Dili sahiplenelim, onu koruma konusunda resmi kurumlarımız kadar kendimizi de sorumlu hissedelim.

Atalarımızın Dil konusunda bizim kadar vurdumduymaz davranmadıkları gerçektir. Osmanlı devletinin belli bir Dil politikası olduğunu, padişahların zaman zaman bu hususta fermanlar yayınlamalarından ve gayrimüslim reaya topluluklarının kendi dillerini muhafaza etme serbestlikleri yanında resmî işlerinde ve TÜRK unsurlarla bir aradayken Türkçe konuşmalarının sağlanması için tedbir almalarından öğreniyoruz. Bu konuda bilhassa ilmiye sınıfının, yani bilginlerin ve eğitimli insanların şimdikinin aksine önemli gayretler sarf ettikleri de bilinmektedir.

Osmanlılar, batılı milletlerce konuşulan dillerin tamamına birden"lisân–ı kefere (Gayrimüslim lisanı)"Demişlerdir. Bu tanımlamanın mefhûm–ı muhâlifinden, atalarımızın türkçeye de lisan–ı islâm gözüyle baktıkları anlaşılmaktadır. Nitekim fıkıh bilginlerinin aşağıdaki türden fetvalar vermeleri de bunu gösterir (Fetvalar fetâvâ–yı abdürrahim efendide kayıtlıdır (1):

Soru: Müslüman bir kişi, hiçbir mecburiyeti yokken yabancı Dili ile konuşursa ne lazım gelir?

Cevap: Şiddetli azarlama!(2).

Abdurrahim efendinin fetvasından anlaşılan o ki, Osmanlı ülkesinde müslüman olan her insan, müslümanların ortak Dili olan Türkçeyi konuşacaktır. Bunun tersinden okunuşu da, gayrimüslimlerin kendi aralarında ayrı bir Dili konuşabilecekleridir.

Osmanlı devletinde ihtida eden veya değişik sebeplerle öyle görünen toplulukların bazıları Dil konusunda çok inatçı davranır ve Türkçe konuşmamakta direnirlermiş. Hatta zaman zaman bu inadı yeni kuşaklarına Türkçe öğretmemeye kadar götürenler de çıkmıştır. Aşağıdaki fetva, girit veya diğer adalar gibi rumca konuşulan yerlerle ilgili olsa gerektir.

Soru: Bir kasabanın müftüsü makamındaki kişiyle meclisinde bulunan müslümanlar, hiçbir zorunluluk yokken yabancı bir Dil ile konuşsalar, müftü ile diğerlerine kanunen ne lazım gelir?

Cevap: Şiddetli azarlamaya çarptırılıp yaptıklarından kesinlikle engellenirler.(3).

Bu fetvada ilginç olan taraf, müftünün de kefere lisanı konuşmakta ısrarcı olmasıdır ki bu da Osmanlı içindeki gayrimüslim unsurların ve dönmeliğin nerelere vardığını gösterir. Müftü ki güya dini koruyacak adamdır, aşağıdaki fetvaya bakılırsa onu kanun adamının korumasına havale edecek kadar yozlaştırmıştır.

Soru: Bu sırada o kasabanın kanunî yetkilisi olan zat, müftü ve yanındaki müslümanlara,"mecbur olmadığınız halde neden kafir diliyle konuşuyorsunuz, bu yaptığınız yanlış değil mi?"Dese ve onlar da"bu bizim atalarımızın dilidir, bize helaldir."Deseler, müftü ve yanındakilere kanunen ne gerekir?

Cevap: Şiddetli azarlama, tevbe ettirme ve dillerini temizletme gerekir.(4).

Fetvanın sonundaki"dillerini temizleme (Taşîr–i lisân)"İfadesi dikkatinizi çekti mi bilmiyorum! Taşîr–i lisân,"mecbur kalmadıkça TÜRK dilinden başka bir yabancı Dil ile konuşup Devlet dilini kirletmeyeceğine dair mahkeme huzurunda yemin etmek"tir.

Yabancı dille eğitimin anaokullarına kadar yaygınlaştığı ülkemizde kimlerin azarlanması gerektiğini, şimdi varın siz düşünün.

Bu yazıyı okuyanlar, sakın ola ki yabancı dile düşman olduğumu sanmasınlar, bilakis bütün öğrencilerime ve bütün gençlere bir yabancı Dili öğrenmeleri gerektiğini sıkı sıkıya tenbihleyen biriyim. Ben, öğrenmek ile konuşmak, bilmek ile benimsemek arasındaki farka dikkatinizi çekmek istedim o kadar.

1 - İstanbul, 1243 (1827–1828),C. 1, S 116.

2 - mesele –zeyd - i müslim, min gayr - i zaruretin kefere lisanı üzere tekellüm eylese zeyde ne lazım olur? El - cevap:–Tazîr.

3 - mesele:–Bir kasabının müftüsü olan zeyd, meclisinde olan müslimin ile bilâ zarûretin kefere lisanı üzere tekellüm eder olsalar, zeyde ve ol kimesnelere şeran ne lazım olur?

El - cevab:–Tazîr ile zecr ve men olunurl. R.

4-"mesele:–Sûret - i mezbûrede ol kasabanın hâkimi olan bekr, zeyde ve ol kimesnelere bilâ zarûretin kefere lisanı üzere niçün tekellüm edersüz, hatadır, dedikte; Zeyd ve ol kimesneler, ecdadımızın lisanıdır, bize helaldir deseler, zeyde ve ol kimesnelere şeran ne lazım olur?

El - cevab:–Tazîr, istiğfar ile taşîr - i lisân.

Yazar
İskender Pala
21.07.2003

 

Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: paraklit, ZUBEYR, MEMUR58, ben_enemie, Ellaeso,
Son Oturumlar: