OSMANLICA TÜRKÇE UYDURMACA (PEYAMİ SAFA)
Türk dilinin (lisan) osmanlıcadan sonraki değişme ve gelişme safhasını anlatıyor kitabımız. Yıkılan İmparatorluğun ardından kurulan Türk Devletinin eski alfaden kurtulmaya çalışma safhası ve bunun ardından kabul ettiği Latin alfabesi. Ve bu durum içerisinde değişen, değişmesi gereken, değişen yada (yahut) değişemeyen bir sürü kelime. Bunun ardından ortaya çıkan karışıklıklar.
Her muharrir bundan nasibini almıştır. Aslında muharrirden önce gelen, yetişen nesil bundan çok etkilenmiştir. Bununla birlikte gelecekle ilgili çok ciddi karmaşalar yaşanmaktadır ve yaşanacaktır. Eskiyi unutmaya çalışan bir nesil. Eskiden ayrılamayan geçmişi unutamayan eskiler. Yeniyi anlamayan yeni millet. Bu karmaşanın içinde büyümeğe, gelişmeğe çalışan Türk alfabesi (latin).
Herkes her şeyi farklı söylüyordu. Çünkü farklılıklar çoktu; değişen harfler. Aslında değişen sadece harfler değil inanışlar, davranışlar, ve en önemlisi değişen millet. Değişen harflerin ardından yeni harflerin eskilerin yerinini alamaması ,bunlara uygun olup olmaması. Karşılık bulamaması. Ve bundan dolayıda oluşan anlam kargaşası. Artık çoğu kelimeler anlamın tam karşılığını vermiyorlardı. Çünkü kelimelerde azalmıştı değişen alfabeyle, çıkarılmıştı çoğu arap kelimeleri ve hala çıkarılmaya devam ediliyordu.
Aslında yanlıştı bu uygulama evet artık kendi alfabemiz vardı kendi kelimelerimizde olmalıydı ama bunların olması içinde zaman gerekiyordu. Zaten de her kelime sadece kendi ülkesinde gezmiyordu farklı farklı ülkelerde geziyor ve her yere uyum sağlayabiliyordu. Böyle olabilirdi en azından böyle olması gerekirdi şu kargaşayı atlatmak için.
Bunlar yaşanırken artık bişiler yapmak gerekir diye düşündü bazı düşünürler. Ne yapmak lazım? Öncelikle bir akademi kurmak lazım. Bazı konular hakkında kitaplar yazılması lazım neyin ne olduğu ortaya çıkması açısından. Mesela bir sözlük, bir dil bilgisi kitabı bunlar genel olarak gidişatı belirleyecekti. Herkesin farklı farklı kullanışları engellenecekti. Tek bir kaynak tek bir usül ortaya konulacaktı.
Nitekim çalışmalar başladı. Yazarlar, şairler ve ünlü düşünürlerle birlikte komisyonlar kuruldu. Bir yığın toplantılar yapıldı. Kah herkes aynı karara vardı kah tartışmalar çıktı. Aslında kendileride biliyorlardı bayağa yol katetmişlerdi lakin daha yapacak çok işleri vardı. Arapça kelimeleri de çıkarmak. Asıl önemli konuda buydu nasıl olacaktı? Ya da olması gerekiyor muydu? Olmasını istemeyenler eskiye dönüşü istiyorlar diye yargılandırlar. Diğerleri ise uydurmacalar içine girdi. Lakin unuttukları birşey vardı o eski dedikleri, unutturulmaya çalışılan alfabe bu milletin yüzyıllar boyunca konuştuğu, anladığı ve bunun üzerinden tahlillerde bulunduğu bir dildi. Aslında yapılacak tek çözüm şuydu eğer yerine aynı anlamda kullanılabilecek bir kelime varsa çıkartılabilecekti ama yoksa da uydurmacasıyla dili küçültmenin bir anlamı yoktu. Kelimeler kalacaktı çünkü diğerleri eskisi anlamının yerine kullanılamıyordu.
Çoğu zaman da bir kelime sadece bir millette ait olamıyordu.Kelimeler ülkeler geziyordu. Değişik coğrafyalar da farklılaşarak o milletin diline dahil oluyor. Kalıplaşıyor herkez de onu benimsiyor ve kullanıyor.
Kelimeler canlılıdır aslında diyor yazar. Ona canlılık niteliği veriyor. Hatta ölebiliyor da kelimeler. Bazıları tekrar getirilebiliyor ama bazıları ise sonsuza kadar gelemeyebiliyor. Burada aslında vurgulanmak istenen nokta kelimelerin işlevleri. Onların kullanış biçimleri ve tarzları.
Her alanda bu karmaşa vardı. Edebiyatta, tarihte, şiirde, konuşmada, yazıda, orda, burda, şurda... yani sadece ünlü düşünürler bunun etkisini görmüyordu herkez, her şey bununla cebelleşiyor.
Değişti her şey. Ama nasıl? Ya da bunları genç nesillere nasıl aktarılacak, onların geçmişi unutması ne fayda verecek? Yazarımız bunun kaygısıyla sürekli yanıp tutuşmuştur. Bunun içinde ünlü muharrirleri harekete geçirmiştir ve genel bilgiler içeren kitaplar yazılmıştır. Sözlükler,dilbilsi ve imla kurallarını içeren bir bütünü oluşturan kaynak eserler ortaya konulmuştur.
Birbiri yerine kullanılmak istenilen ama uydurmacası onun anlamını taşımayan kelimeler. En basiti mefkure mi? Ülkü mü? İdeal mı? Bu en basit ve en öne çıkanı. İdeal kelimesi batı diline aittir ve asıl bu kelime gerçek anlamı bütünleştirmektedir.
Birde çok değişik bir olay daha var arap harflerini çıkartmak istiyoruz lakin ingilizcede ya da batı dillerinde kullanılan bir kelime çıkartılmak istenmiyor ve bununda vurgusu yapılıyor kitapta. Buda modernleşen dünyada kişilerin batıya yani garp’a özentileri kelimelerle bile devam ettiğini gösterilmiştir.
Aslında kitabımız tamamen bir kimlik kaygısının kargaşasından sıkılan bir milletin tüm yönlerini anlatmaktadır. Osmanlı alfabesinden gelen türkçeleşemeyenler ve uydurmacalar. Bunların ortasında kalan neyin ne olduğu belli olmayan unsurlar.
Osmanlı mıydık? Türk müydük? İkisi mi? Yoksa hiçbiri mi? Bunların karmaşası. Aslında hepsiydik ama hep bir tarafımızı görmezden geldik. Beceremedik de ama hangisi olduğumuzu bilmekte istemedik o zaman tek bir tip olacaktık. Bu eskilerden ya da yenilerden vazgeçmekti. Bu yüzden de hepsi olmak istedik lakin bazı şeylerden ödün vererek. Bu da geçmişi unutarak oldu. Eski harfleri okumayı bilmediğimiz için Osmanlı Devletin de yaşayan ünlü muharrirleri okuyup anlayamadık. Onların görüşlerini bilgilerini alamadık. Belki yeniydik ama cahildik de. Eskiyi bilmiyorduk ve yeniye bişiler katamıyorduk.
Bu ikilemler aslında hala var sadece biraz unuttuk o kadar ve biraz daha ileri seviyedeyiz farklı kelimelerle zenginleşti dilimiz. Ama hala eksik. Türk dilinin bir yanı hala eksik. Kapanmayan, kapanamayan bir yara gibi adeta.
Hatice Kübra KARADENİZ
Bu mesaj, vuslatnur tarafından, 23.01.2011 15:43:34 itibariyle düzenlenmiştir.