Görüntülenme: 11125
Çakmak taşı
2010/02/12 3:33
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Değerli arkadaşlar ağızların fütursuzca açıldığı günümüzde, bu konuya biraz olsun dikkat çekmek muradı ile bir yazı paylaşmak istiyorum. Biraz uzun, lâkin kısaltmaya gönlüm elvermedi...

Söz söylemek ve yemek yemek kâmile helaldir, der Hz Pir.

Dili söz söylemek için oynatmak çakmak taşını demire vurmak gibidir de der. Etrafta pamuk tarlası. Ortalık karanlık. Demiri taşa az vur pamuklar tutuşur. Etraf pamuk tarlası gibi kolay tutuşur ve kolay incinir gönüllerle dolu olduğu halde nasıl kolay söz söyler kolay yazılır? Basit ve kusurlu kişiler başkalarının sözlerini hor ve hakir görür onları alaya alır da der. Modern dilde diğerini devalüe etmek, değersizleştirmek, manipüle etmek, aşağılamak olarak adlandırılan bu durumu basit yani ilkel, gelişmemiş ruha sahip olanların yaptığını söyler. Bunu da kusur olarak adlandırır.

Sınır durum kişilikler olarak adlandırılan kişiliklerde sıkça görülür diğerini devalüe etmek, aşağılamak. Oysa olgun ruhlar diğerini onore eder, güzel taraflarını görür, teşvik eder, değer verir. Daha çok susar daha az konuşur. Daha çok susmak ve daha az konuşmak sabrı gerektirir. Sabır sevincin anahtarı der Hz Peygamber sav. Sınır durum kişilikler dürtülerini, öfkelerini kontrol edemezler. Sapla samanı karıştırırlar. Diğerini dinlemeden kararlarını önyargılarıyla verip sayıp dökerler. Bir çuval inciri berbat ederler. Kırılmış gönüllerin tamiri kolay olur mu? Paranoid düşünceler de sınır durum kişiliklerin vasıflarındandır. Şüphecidirler. Oysa şüpheleri ve paranoyaları kendi bastıramadıkları dürtüleridir bundan habersiz diğerini kötü düşünmekle, arkasından işler çevirmekle suçlarlar. Kendi bilinçdışında bastıramadığı dürtüleri diğeri yapıyormuş gibi ifade eder sonra da buna inanırlar ve diğerlerini de inandırmak için canla başla çaba sarf ederler. Diğerine yapışıcıdırlar. Kaybetme ve terk edilme korkusu yaşarlar sürekli ve diğerinin gitmeyeceğini garanti altına alıncaya kadar bu yapışıklığı sürdürürler. Yalnızlığa kendi başınalığa tahammül edemezler. Bu yüzden sık sık eyleme vurma dediğimiz davranışlara başvururlar. Birini telefonla aramak, içki, madde kullanımı, rastgele cinsellik deneyimleyebilirler. Ya televizyon açmak, ya bir ses ve gürültü oluşturmak, gürültülü yerlere gitmek gibi davranışlarla kendi yalnızlıklarından uzaklaşmaya çalışırlar.

Ruhları iki bölümlüdür. Ya iyi ya da kötü bölümde olurlar. Çok küçük uyarılmalar bile, terk edilmeye dair küçük işaretler bile kötü bölüme geçmelerini sağlayabilir. Ruhlarının kötü bölümünde hem kendileri hem bütün dünya kötüdür ve orada durmaya dayanamadıkları için bir an önce oradan çıkmak zorunda hissederler kendilerini bunun için de bir konteynır bir taşıyıcı ararlar bu da genellikle en yakın oldukları kişidir. Konteynıra içinde bulundukları kötü kendiliğe ait bütün duyguları caba ederler, boşaltırlar. Bu da sayıp dökmekle olur. Onların ne aşağılık oldukları, değersizlikleri, rezillikleri her ne varsa hakarete ait cümle, söz o ana dair kendi hissettikleri, hepsini boşaltırlar ve diğerinin yüzünde kendi hissettikleri gibi yüz ifadesi oluşuncaya kadar devam eder bu durum. Nihayet diğerini çileden çıkardıklarını görünce bunlar rahatlar ve iyi bölüme geçerler. Artık diğeri dağılmış perişan olmuştur. Birkaç dakika sonra da hiçbir şey olmamış gibi sanki o sağanağı yağdıran o değilmiş o hakaretleri eden o değilmiş gibi gayet keyfili yanınıza gelip abartma olur böyle şeyler der ve sizden olanları hiç yaşamamış gibi normal davranmanızı beklerler. Sınır durum kişilikler iyi kendilikteyken dünyanın en renkli insanları olabilir ama kötü kendiliğe geçtikleri zaman kaçacak delik arayın. Normal olgunluk düzeyindeki bir insan birkaç dakikada bir iyi bir kötü olamaz. İncinmelerini birkaç dakikada tamir edemez. Bunu ancak sınır durum kişiliği olan birisi yapar. Ruhun iyi ve kötü bölmeleri arasındaki duvar kalkıp bütünleşinceye kadar bu problem devam eder. Bu da uzun süreli bir terapiyle mümkündür ancak.

Sınır durum kişiliği genetik faktörler de söz konusu olmakla birlikte 18-36 aylar arasındaki bir dönemdeki anne davranışına bağlı der psikologlar. Annenin çocuğun bireyleşmesi ve özerkleşmesine izin vermeyen tutumu bu bütünleşmeyi engeller derler. Kendi birey olamamış anne çocuğun özerkliğine izin vermez. Kendisine yapışık ve bağlı kılar.

Düzelme ve olgunlaşma yüzleştirmelerle ve kötü kendiliğe geçtiği durumlarda buna dayanması sağlanmakla mümkündür ve bu da oldukça zorlu bir yolculuktur. Asıl iş bunların yanında konteynır olanlara düşer. Sürekli kötü duygularla yüklenmeye dayanmak her babayiğidin harcı değildir. Bunlar da genellikle narsist kişiliklerdir. Kim bilir belki de birbirlerini olgunlaştırmak için bir araya gelirler.

Yeniden başa dönersek, söz söylemenin neden kamile, olguna helal olduğunu anlamak daha kolay oldu şimdi. Sen belki başta doğruyla başlarsın lakin ağzını açtın mı arkasından eğrileri de gelir, der Hz Mevlana. En garantisi az vurmak demiri taşa. Şeyh Sadi Şirazi de, Dükkân kapalı oldu mu içinde mücevher mi var yoksa incik boncuk mu belli olmaz, der. Ağız söz dükkânının kapısıdır. Kapalı tutulması akıllıcadır.

Sabah kalkınca insanın bütün azaları toplanıp, dile yalvarırlarmış: lütfen kendine dikkat et, sahip ol, hepimizin akıbeti sana bağlı, kendini de bizi de yakma diye. Biz de diğer azalara irademizle yardımcı olalım. Dili olup olmadık yere vurmayalım damağa.

Aslolan da olgunlaşmak olsun muradımız. Bunun için niyaz edelim.

-Faik Özdengül-

Hamuş
2012/07/16 15:10
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 6,5 (1 oy)

selamunaelykum bu aralar hz. MEvlanayı şemsi okuyorum etkilendiğim biryer vardı siznle paylaşmak siteiyrm gerçi birçok yerinde hatta tamamı beni etkiledi ama bunu sizinle paylaşmak istiyorum uygun yer burası diye düşünüyorum ama ne kadar uygunda bilemiyorum umarım uygundur mbirgin:):)

hz. mevlananın kendisine hamuş demesi ve şemsinde mevlanaya hamuşum dmesi..

Hamuş!.. Dedi Mevlana kendisine Hamuş!... Yani Suskun!...

Sustuğu yerde açıldı kapılar, önüne serildi ışıltılı kelimeler, kalbi duygular… Hamuş!.. dedi sustu Mevlana… Sustu ve kapandı karanlıklara…
Karanlıklara Şems doğdu sonra… Baktı… Gördü… Adına Aşk dedi… Candan özge candan öte olana… Yaprakta tohumu, damlada okyanusu gördü sonra…

Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sözün bittiği yerde, noktanın konduğu yerde susmuştum bütün kelimelerimi. Anlatmak yormuştu nazenin bedenimi… Anlaşılamamak ise en çok yüreğimi. Sustuğu yerde anlaşılmaktı belli ki bütün derdi…

Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Seni anlatmayan bütün kelimeleri susmuştum. Senle başlamayan bütün cümleleri bir bir bozmuştum. Şems ol da gel karanlıklarıma doğ diye ummuştum… Umutmuşsun!.. Unutmuşum!...
Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Suskunluğum verilene rıza göstermekti… “İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta” diye başlayan o tekerlemeye eşlik etmekti. İyi ve güzeli sana kötü ve çirkini kendisine seçmişti… Suskunluğun bedeli sadece bu seçimdi…

Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Dün’ü dünde bırakmak adına…”Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”dı. Aşk! Demiştim sonra Aşk!... Aranan bulunmuştu… Beklenen gelmişti… Aşk vardı ve ötesi çoktan unutulmuştu!...

Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sana da Şems diyecektim belki… Kör kuyulara atılmasaydın bütün karanlığına rağmen görecektin güneşi… Kapattın gözlerini, kestin attın son yanında yeşeren düşlerini… Şems olmak kolay mıydı canı canana teslim etmeden? Kendinden geçmeden aydınlanır mıydı kör karanlıklar, açılır mıydı kilit vurulmuş kapılar…

Hamuş!.. Demiştim ben de kendime. Sonra “ne olursan ol yine gel” demiştim… Önce kendine sonra kendindekine. Kendini bilmekti marifet… Kendini bulmaktı meziyet… Dev aynasında değil, boy aynasında seyretmekti asıl kendini keyfiyet…

Sonra “Bişrev!” dedi Mevlana… “Dinle!..”
Sonra “Bişrev!” demiştim ben de!... Dinle!...
Hamuş ol dinle!..
Kendin ol dinle!...
Tövbe et dinle!...
Affet dinle!...
Ama dinle!...
İlle de dinle!...

Sath-ı müdafaada meşruiyet aramak senin neyine!...
Dinle!.. Hataya bedel, günaha kefaret biçmek senin neyine!...
Dinle!..Yenilen hakkı hukuku arşına endazeye, kiloya, grama, grata vurmak senin neyine!...
Dinle!.. Cüceler dev, ayaklar baş olmuşsa cüceyle boy, devle güç yarışına girmek senin neyine!...

Dinle!.. Akıllar uçmuş, fikirler gitmiş, duygular yerle yeksan olmuşsa, namus, edep haya, en çok da namustan, edepten, hayadan, akıldan fikirden yoksunların eline düşmüşse konuşmak senin neyine! Sus ve dinle!..

Hamuş ve bişrev!..
Yangın yerine bak!.. Ateşten, külden, kordan ne var elinde!.. Pervane değilsen yaklaşma sakın ateşe!… Can’ı Canan’a teslime hazır değilsen “ben Aşk’ım” deme kimseye… Aşk gelmesin seninle dile… İncinmesin ne Mecnun ne Leyla ne gül ne de diken seninle!.. Ayağıma diken batacak diyorsan düşme çöle… Ah u zar ederim diyorsan çekme gözüne sürme!.. Talipsen kara bahta kör talihe…

Dinle! “Gel, gel ne olursan ol yine gel!...” diyorsan, “Hamuş!...” ol sen de… Sonra da “Bişrev!...” de en sevilene!... Ve semaya dursun yürekler Aşk’ın önünde...

Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: ZUBEYR, MEMUR58, ben_enemie, Ellaeso, molafm,
Son Oturumlar: