...ancak ruh balcığa üflediğinde can kazanır.. diyor saint-exupery..
ahlak bizim abur cubur hayatımızda pek yeri olmayan ve yeri olmadığı gibi pek de akmadığımız bir olgudur..taki gelip bizi bulup ilgilenmek zorunda kalmamıza dek...
ahlak temelinde çok iyi beslenen bir niegereda ağacına benzetebiliriz.. iyi beslenen ama devesa bir yapı.. ahlak varsayalım..ama ahlakı tek başına alamayız onun ilişkide olduğu ve ahlakla hemzemin olan yine bize ait bazı lokomotif değerler vardır..
en başında erdem,prensip,norm diye adlandırabileceğimiz bizim olan ve bizim anlam dünyamızdan çıkan ve yaşadığımız dünyayı anlama iddiasında olan yerli olan değerlerimiz vardır..
bir insan çok iyi baba, çok iyi bir tüccar, çok iyi bir oğul, çok iyi bir koca eş zamanlı olarak olabilir mi?
yani bir insan bu farklı yaşam alanlarında nasıl, bir bütün iyi insan olabilmeyi becerebilir mi?
mesala ticari hayatında yalan söyleyen bir insan karısına çocuğuna hiç yalan söylemeden ömrünün sonuna kadar yaşayabilir mi?
yada çok iyi bir baba ve koca iken çok kötü bir tüccar olablir mi?
yada zevcekce belli bir zevatın embesil bir dille iş ayrı iyi insan olmak ayrı düzalizmini ifade etmesi hatta bu ayrıma iman etmesine n' diyeceğiz...
insan olmaktan yorulmak n' demek...
descartes ruh ve bedeni ayırırken insanların böyle aşağılık kılıklara bürüneceğini hesap edememişti galiba...
modern dediğimiz olgu ruhun bedenden aynı büyük acılarla etin tırnaktan ayırılmasından daha büyük bir feryat içinde ayrılmasıyla temelleri atılan bir olgudur..
bu ayrım bugün ahlakın ruhta mı bedende mi olduğu veya kaldığı sorununuda doğurmuştur ve çözüm beklemektedir..
ahlak levinasta öteki olmaksızın bizde var olan içsel dediğimiz bir alanda nüfuz bulan bir oluşlar alanıdır..
yani ahlak ın var olabilmesi için ötekine ihtiyaç yoktur kendimiz bir ahlak duruşundan kendimize bahsedebilir ve yaşayabiliriz..
ama hidegger de ahlak ötekine evşirilen bir olgudur..
insanın kendi ahlakının bir kıymet-i harbiyesi yoktur, taki öteki ile olan ilişki evreye girene dek..
ben levinası kendime daha yakın buluyorum..
kendi insan olabilme alanımda bir ahlak temellendirmesi yapamazsam nasıl bir başka öteki ile ahlak evşirmesi yada devşirmesi yaşayablirim?
ama şu söyleneblir, öteki ile beraber bir birliktelik alanı yani kamusal dedikleri safsata evreye giriyor..
yani heideggerde yalnızlıkta insanın ahlaka ihtiyacı yoktur..
her naneyi şeytanıyla yiyebilir, önemli olan diğeriyle beraber olan ilişkide ahlak evreye girsin..
öz insanın ilk evresidir ve insanın kendi dışında bir itki ye ihtiyaç duyduğu bir muhtaçlık olgusunu hisettirir..
dolayısıyla öz insanda önce gelir ve insana yol acar acılmış yolda yürür ve hayatının nasılınıda önemseyerek sonuna doğru yaşar gider..
insan kendisiyle bir kamusal ilişki yaşayamaz mı ?
yani kensini bu evrende kovulmuş psikolojisinin ötesine geçireblir mi?
deplasman da nereye kadar ve nasıl bir anlam dünyası kurabilir insan yani adam yani adem yani ben sen o biz..
saha benim değil, ve ben ben olaraktan bir ahlak değilim, ben sadece kurulan ve ölümü bekleyen bir insanım..
ölüm bile benim değil ismarlama bir olgu...
kaç insan ölümü kendi yaşar...
genelde ölüm yaşatılan daha çok ve azrail meleğiyle yaşatılan bir olgudur..
irade yani ben n' kadar benle ilgili olan biten herşeyde ben ahlakıyla ilişkilidir..
ben çok korkuyorum bendeki ruhunda beni terk_i diyar etmesinden, çok korkuyorum, bu benim ölümümden daha büyük bir cinnet halidir..
çünkü ruhtur estetize eden yapı ettiğimiz herşeyi..
n' olur o beni seni onu terk ederse...
işte o an gelir çatar bize ahlaksız insan olageliriz bir anda, karımıza çocuğumuza tüccarlığımıza eşe dosta herkese bizi bilen bilmeyen herkese...
korka durun ölümden çünkü cümle doğan ölmüştür...
ağlayabilen ancak anlayabilendir ve anlayabilen yalnızca bir bütün ahlaktır evrende..
....