10 Mayıs öğleden sonra Medine’ye doğru yola çıkıyoruz. Normalde şirketler toplu kafileler getirdiği için yolculuklar otobüs ile yapılır. Ancak bizim özel bir durumumuz var. Kafile ile gelmedik. Aynı aileden beş kişiyiz. Bu yüzden şirket bizim için özel bir araç tahsis etti.
Yola çıkar çıkmaz sürücümüz bize Hicret’i anlatmaya başlıyor. Büyük bir sükûnet içinde dinleyip O günü hayal etmeye çalışıyoruz. Camdan dışarıya bakıyorum. Sert çöl iklimine. Güneşin yakıcı ışınlarına. O günü tahmin etmeye çalışmak bile bana çok uzak görünüyor. Ardımızdan bizi öldürmek için takip eden azılı katiller yok, çöl ikliminin sert şartları ile temas halinde değiliz, başımıza bir şey gelirse İslam dini yok olma tehdidi altında değil. Yine de bu durum duygulanmamıza engel olmuyor.
Mekke’de sabah namazı hissettiğimiz serin rüzgâr, çölde kum fırtınası olarak karşılıyor bizi. Öyle şiddetli rüzgâr var ki büyük arazi türü aracı sarsıp, sürücümüzü zorluyor. Allah cc. develeri o kum fırtınasına dayanıklı yaratmış. Asfalt hızla uçuşan kum taneleriyle bir an örtülüp sonra tekrar açılıyor. Zaman zaman fırtına etkisini yitirip sonra tekrar şiddetleniyor.
Bir ara sürücümüz durarak bize yol kenarındaki Habeş maymunlarını gösteriyor. Aslında Mekke’nin doğal yaşamında on yıl öncesine kadar maymun yokmuş. İlk nereden geldiğini kimse bilmiyor. Nur dağında da oldukça çok olduğunu, hatta bazı hacılara saldırdıklarını duymuş ama hiç görmemiştik. Yol kenarında kendilerine yiyecek verilmesini bekliyorlar. Bizim durduğumuzu görünce hemen otoyolun karşı tarafından geçip, aracın üzerine çıktılar. Kendimizi birden belgesellerde izlediğimiz bir safarinin içinde gibi hissettik. Yazık ki yanımızda yiyecek olmadığı için bir şey veremedik ama bol bol fotoğraf çektik.
Ara ara şiddetlenen fırtına, kararan hava ile görüş mesafesi neredeyse yok denecek kadar az. Kum tanelerinin etkisi ile farımızın ışığı kırılıp farklı yönlere dağılıyor. Bu şekilde bir saat kadar daha yol alıyoruz.
Ve Medine’nin ışıkları uzaktan görülüyor. Hiçbirimiz belli etmese de herkesin rahatladığı yüzlerinden belli oluyor.
Salât ve selamlarla Medine’ye giriyoruz. Huzur şehri.
Herkes O’nu dışlarken Medine Kucak açıp, yuva oldu. İslam sağlam temellerini bu topraklarda attı.
Yatsı namazına yetişebileceğimizi fark edip acele ile odalarımıza yerleşiyoruz.
Salât ve selamlarla Mescid-i Nebi’ye doğru yürüyoruz. Beyaz ağırlıklı aydınlatma nedeniyle dışarıdan mescid pırlantayı andırıyor bizlere. Ezan okunurken hâlâ otelde olduğumuz için biz avluda iken namaz başlıyor. Hemen seccadelerimizi serip başlıyoruz namaza. Çöldeki fırtına, binaların engellemesi ile şehre esinti olarak giriyor.
Mekke’de esen serin rüzgâr, yoldaki kum fırtınası Medine’de rahmete dönüşüyor. Üç gün boyunca yağmur yağıyor. Çölün etkisiyle biraz çamurlu ama olsun, oranın yağmuru bile çok güzel. Orada yaşayanlar uyarıyor, “Islanın, buranın yağmuru bile şifadır.”
Ulaştığımızın ertesi günü öğlen namazında şirket tarafından gönderilen bir hanımefendi ile buluşup, önce öğle namazımızı kılıyoruz. Kendisi 20 yıl önce Medineli bir Bey ile evlenip buraya yerleşmiş. Türkiye’den gelen hanım misafirlere, Peygamber Efendimiz SAV ziyaret sırasında rehberlik yapıyor. Medine’yi, Mescid-i Nebi’yi, oradaki görevlileri iyi tanıması ve en önemlisi Arapça bilmesi nedeniyle şimdiye kadar yaşamadığımız güzellik ve maneviyatta bir ziyaret gerçekleştiriyoruz.
Şefaat dilekleri ile huzurdan ayrılıp, otelimize dönüyoruz.
Medine’de günlerimiz beş vakit namaz, tilavet ve tesbihat ile geçmeye başlıyor.