Medine nin Osmanlı dan Çıkışı
"İsyan başladığı sırada Medine’nin muhafızı Fahrettin Paşa idi. Aslen Rusçuklu olan Fahrettin Paşa 1877-78 Osmanlı-Rus harbinde ailesiyle birlikte Türkiye’ye göç etmişti.
Fahrettin Paşa her sabah kefene bürünerek ve başına beyaz sarık sararak Allah Resulünün kabrini kendi elleriyle siler, süpürürdü. I. Dünya Savaşı’nın bütün imkansızlıklarına rağmen Medine’yi müdafaa ediyordu. İstanbul’dan gelen “Medine’yi boşaltın” emrine direniyor, kendini mücavir olarak görüyordu. Hem Filistin’i müdafaa, hem Medine’yi muhafaza o günün şartları müsait olmadığından Mondros Mütarekesi ile Medine’nin boşaltılmasına karar verilmişti. Haşimî Hükümeti adına emir Ali bin Hüseyin ve İngiltere adına Müttefik Devletleri Mutemedi sıfatını kullanan Capilan Corland mütarekenin 16. maddesiyle Medine’nin boşaltılmasını karar altına almışlardı. Şerif Hüseyin veda ziyareti için Harem-i Şerif’de bulunan Fahrettin Paşa’nın mücavirliğini kabul etmiyor ve bir an evvel Harem’den çıkıp Medine’yi terk etmesini istiyordu. Osmanlı subayları da Şerif Hüseyin’in işbirliği yaptığı silahlı bedevileri şehre saldırtmasından korkuyorlardı. Fahrettin Paşa’yı ikna ederek Harem-i Şerif’den çıkmaya razı ettiler. Sıra Türk askerlerinin Medine’yi terk etmelerine gelmişti. Yerli halk, Ravza-i Mutahhara’ya veda ziyaretinde bulunan Osmanlı askerleri ile birlikte ağlıyor, Harem-i Şerif’e hizmet eden harem ağaları (ağavatlar) Mehmetçiklerin boynuna sarılıyorlardı. Bu noktada yerli halk ile Osmanlı’yı arkadan vuran grubu birbirinden ayırmak lazımdır. Osmanlı Devleti’ne ihanet eden ve İngilizlerle işbirliği yapanlar Şerif Hüseyin gibi makam hırsıyla dolu bazı kimseler ve İngiliz ajanı Lawrence’in kışkırttığı urbanlar yani çöl bedevileridir. Yerli halk ise Osmanlı idaresinden son derece memnundu. Osmanlı askerleri buralardan ayrılırken halkın arkalarından ağlaması bu hakikatin en güzel ifadesidir.
Esasen Osmanlı Devleti böyle hazin bir yenilgi ve ihaneti hak etmemişti. Zira başta Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere olmak üzere bütün Hicaz Bölgesi Osmanlılar zamanında iktisadî ve sosyal yönden son derece gelişti, mimarî açıdan güzelleşti. Osmanlı asker ve yetkilileri Medine halkına son derece itibarlı davranırlardı. Medineliler vergi ödemez, askere alınmazlardı. Osmanlı buralara hâkim olduktan sonra kimsenin elindeki mülke dokunmadı. Allah Resulü’ne saygısızlık olur düşüncesiyle, inşâ edilen hiçbir bina Kubbetü-l Hadra’dan yüksek tutulmadı. Osmanlılar Allah Resulü’ne saygı ve hürmette o dereceye varmışlardı ki, bir kilometrelik mesafeden Peygamber rahatsız olmasın diye tren raylarının altına keçe döşemişlerdi. Mescid-i Nebi inşâ edilirken kırılan taşlar kırıldıkları yerde şekillendirilir, yeşil ipekler içinde ve salat-ü selamlarla getirilip duvardaki yerlerine konurdu. Peygamber soyuna yük taşımak yaraşmaz diyen Osmanlı askerleri Medine halkının ununu, şekerini, yağını evlerine kadar taşırlardı.
Harem-i Şerif’in hizmetkârı olan harem ağaları küçük yaşta Osmanlı saraylarında terbiye edilip yetiştirilir, tam bir İstanbul beyefendisi haline geldiklerinde Harem-i Şerif hizmeti için gönderilir ve ömürlerinin sonuna kadar bu mübarek vazifeyi îfâ ederlerdi. Harem’in her türlü temizlik, kapılarını açıp, kapatma işlerini yürütürler, Kabr-i Şerif’i her Cuma silip süpürürlerdi. Oradan alınan tozlar çuvallara doldurulup, daha sonra da küçük keselere konularak hacılara dağıtılırdı. Her sene değiştirilen Kâbe örtüleri de hatimlerle indirilip, tekbirler getirilerek küçük parçalar halinde kesilir ve hacılara dağıtılırdı. "