Yunus, Sakarya yakınlarında Sarıköy’de doğmuştur. Çocukken mektebe verilmiş ama ne yazık ki alfabeyi sökememiş, okumaya dili dönmemiştir. En sonu hocasına,
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
Yaradılmışı hoş gördük
Yaradandan ötürü
deyip mektepten ayrılmıştır. Yunus mektepte okumayı belleyememiş ancak maneviyat gözüyle gönül cevherlerini ortaya çıkaran ilahi sırra erişen erenlerden olmuştur.
Yunus köyünde çiftçilikle uğraşır. Bir sene Allah hiç vermemiş, yaman bir kıtlık olmuş. Derler ki: “Kırşehir’e yakın Sulucakarahöyük’e Hacı Bektaş dedikleri bir şeyh varmış. Eli açık kerem sahibi bir şeyh imiş”.
Yunus bu şeyhten buğday istemeye karar verir. Dergâh’a eli boş gitmektense dağdan biraz alıç toplayıp heybesine yükler ve şeyhin yolunu tutar.
Dergaha varınca durumunu arz eder. Yunus’un sadıklığı Hacı Bektaş’ın hoşuna gider. Bir dervişe sordurur:
- Buğday mı ister, himmet mi? İsterse alıçların çekirdeği kadar nefes edeyim!
Cahil Yunus himmetten ne anlasın. “Buğday isterim, çoluk çocuğum aç!” diye haber yollar.
Hacı Bektaş:
- Eyvallah, der çuvallarını buğdayla doldurup uğurlasınlar.
Yunus yollara düşer, geldiği patika yollardan ağır ağır geri dönerken içini bir sıkıntı kaplar. “Himmet alsam daha mı iyi olurdu.” diye dertlenir. Sonra işi anlar: “hacı efendi bize himmet edip nefes verseydi buğdayı da bulurdum” der kendi kendine. Hemen geri döner. Dergahın kapısından girer.
Hacı Bektaş’a, “Ne istediğimi bilemedim, cahilliğime bağışlayın, pirim!” diye yakarır. Fakat Hacı Bektaş kendisinin hayatına yön verecek cümleyi Yunus’a söyler:
- Senin kilidini Taptuk Emre’ye verdik. İstersen ona gidersin.
Hacı Bektaş’tan himmet alamayan gözü yaşlı Yunus, Taptuk Emre’nin dergahına koşar. Başına gelenleri anlatır. Himmet ister. Hizmet eden himmet bulur sözü doğrultusuyla kendisine dergahta vazife verilir. Herkesin bir görevi vardır dergahta. Yunus’a odun toplamak düşer.
Yunus kırk yıllık eğitimini tamamlarken kırk yıl boyunca odun taşır Taptuk dergahına. Şeyhi bir gün kendisine sorar:
- Bunca yıl oldu bir gün bile eğri odun getirmedin, Yoksa bizim dağlarda eğri odun kalmadı mı?
Yunus’un cevabı ise zihinlerden asla unutulmayacaktır:
- Bu dergaha insanın eğrisi girmeyeceği gibi odunun da eğrisi girmemelidir.
Uzun yıllar sonra bir gün erenler bir mecliste toplandı. Toplantıda bizim oduncu Yunus’tan başka bir Yunus daha vardı. Bu diğer Yunus ilahici idi. Güzel ilahiler söylerdi. Taptuk Emre bir ara Diğer Yunus’a: “hadi güzel bir ilahi söyle, bir terennüm et” diye seslendi.
İlahici Yunus’tan hiç ses çıkmadı. Taptuk Emre dileğini tekrarladı. Yine ses yok. Üçüncü kez aynı şeyi tekrarlamasına rağmen yine diğer Yunus ses vermedi.
Taptuk Emre, Bizim Yunus’a döner:
- Haydi, vakit erişti. Kilidin açıldı. Hacı Bektaş’ın dileği yerine gelsin. Bundan böyle söyle bakalım, der.
Yunus’un dili çözülür, dünya döndükçe var olacak mısraları kolay kolay söyleyebilmeye başlar.
Yunus, Taptuk’un dergahında eğitimini kırk yılda tamamlar. Şeyhinden emir alır, ve halkı aydınlatmak için yollara düşer, yılları gurbet ellerde geçer. Halka hakkı, hakkın sevgisini, aşkı anlatmak için ilahilerini söyledi. Yıllar sonra şeyhi Taptuk Emre’yi çok özlemişti. Onun özlemi için de şiirler söylüyordu.
Bu hasret bazen onu kuşkuya düşürüyordu: “Ya Taptuk Emre beni unuttuysa?” Bu kuşkuyu dergâha dönünce şeyhinin hanımına söyledi. Ana-bacı ona:
- Ey Yunus! dedi. Şeyhinin gözleri görmüyor artık. Sade kalp gözü açıktır. Sen şu eşiğe otur, Taptuk namaza çıkarken ayağı sana dokunur. Bu kimdir, diye soracak olursa bana, ben kendisine “Yunus” diye cevap veririm. Şayet şeyhin “Bizim Yunus mu” derse anla ki sen hala şeyhinin gönlündesin. Yok eğer: “hangi Yunus” derse vay haline.
Yunus sabahleyin erkenden eşiğe oturur şeyhini bekler. Olaylar hesap ettikleri gibi gelişir. Şeyhin ayağı Yunus'a değince, Taptuk Emre “Bizim Yunus mu?” diye sorunca yunus anlar ki şeyhinin gönlündeki yerini hala korumaktadır.
Yunus, şeyhinin dergâhına bu ikinci girişinde tekrar ayrılmak istememiş Taptuk Emre de bundaki samimiyetini hoş görmüş ve ömrünün sonuna kadar yanında kalmasına müsaade etmiştir.
Yunus’un biricik vasiyeti olmuştur:
“Öldükten sonra şeyhi Taptuk Emre’nin dergâhının yolu üzerine gömülmek. Kendisinin kabrinin unutulup kendisini ziyaret etmek isteyenlerin şeyhinin dergâhını ziyaret etmelerini sağlamaktır.”
Yunus, Taptuk’un izni ve emriyle halkı irşad için Anadolu’yu gezerken birçok şiir söylemiş. Bu şiirleri bir kitapta toplamış. Ölümünden çok sonra bir gün Molla Kasım adında bir zahit kişi o kitabı eline almış. Oturmuş bir göl kenarına okumaya başlamış. Kendi düşünce ve inançlarına aykırı olan şiirleri yırtıp suya atıyormuş. Belki şiirlerin iki bin kadarını atmış. Okuduğu şiirler arasından bir mısra dikkatini çekmiş.
Yunus Emre sen bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sığaya çeker bir Molla Kasım gelir.
Molla Kasım bu beyti okuyunca anlamış ki Yunus söylediği şiirleri ölçerek, düşünerek söylemiş. O an eli ayağı buz kesilmiş. Yunusun kerametine, kendi cahilliğine inanmış. Öteki şiirlerine dokunmamış artık. Yırttığı şiirler için hayli üzülmüş. Ancak kendi yaptığına teselli gene Yunus’un bir başka şiirinden gelmiş.
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Su dibinde mahi ile,
Sahralarda ahu ile
Abdal olup “Yâ Hu” ile
Çağırayım Mevlam seni
Bu mısralarda sonra Yunus’un bir başka kerametine şahit olmuş. Kendisinin yırttığı şiirleri dağlar, taşlar, suya attığı şiirleri su içindeki balıklar öğrenecek ve her seher bu şiirler ile Mevla’yı anacaklar.
Bağlantılar: Yunus Emre (Radyo Tiyatrosu)