Geçtiğimiz hafta Avusturya'nın Graz Eyaleti'nde bir Müslüman kız öğrencinin başörtüsü, başındayken sınıf arkadaşı iki kız tarafından yakılmaya çalışıldığı haberi bizleri hüzne gark etti. Sınıf arkadaşları ile okul gezisine katılan 15 yaşında bir kızcağızın başına gelen vahşi bir olay bu bahsettiğim.
Duyanları dehşete düşüren; vicdan ve merhameti olan hiçbir insanın her ne inançta olursa olsun kabullenemeyeceği bir zulüm. İşin en elim tarafı da Katolik Yardımlaşma ve Dayanışma Örgütü Caritas'a ait olan bir ekonomi meslek lisesinin düzenlediği bir gezi esnasında yaşandı. Bu zulmü yapan öğrencilere verilen göstermelik uyarı cezası.
Şimdi şunu sormak istiyorum kendimize. Bu olayda içimize yumruk gibi oturan, vicdanımızı sızlatan, bize “bu kadarını da nasıl yaparlar” dedirten unsur, bu kızcağızın başörtüsünün başında iken yakılması mı? Başörtüsü başından çıkarıldıktan sonra yakılsa idi bizi daha mı az etkileyecekti. Yani bizi bu kadar derinden etkileyen yön o mazlumenin saçının, başının yara alması mı sadece? Başörtüsü yakılmasaydı da sadece başından zor kullanarak çıkarılsa idi ya da sadece başından çıkarılması emredilse idi bizi daha mı az etkileyecekti?
Bütün bu soruları kendimize sorduğumuzda verdiğimiz cevaplar “Hayır” oluyor mu? “Hayır, bizim için bir kızın başörtüsünün bu vicdan sızlatan şekilde ateşe verilmesi de, başörtüsünün zorla çekilip alınması da, başını açacaksın diye şartlar oluşturulup bu şekilde başını aç diye emir verilmesi de aynı derecede bizi etkilemektedir.” diyerek samimi/kararlı bir şekilde cevaplayabiliyor muyuz?
Yapılan olayın vehametini vurgulamak niyetinde değilim, ancak bizim, birer Müslüman fert olarak, bu vehamet karşısında aldığımız tavırlar Allah’ın kulu olmaya, Rasulünn ümmeti olmaya layık bir davranış mı?
Ramazanın başından itibaren Nefis terbiyesi üzerinde duruyorduk. Nefsin insana kötülüğü emrederken kullandığı en tehlikeli hali günahı kişiye normal göstermesidir.
Kişi bir halin, davranışın, işin günah olduğunu bilirse tövbe etmesi için içinde hep bir sıkıntı olur. Bunun aksine kötülük işleniyorsa, biz de bunu normal demek ağır kaçıyor belki ama her zaman maalesef olan hadiseler diye alışmış gibi tavır takınıyorsak halimize ağlayamayız bile.
Efendimiz Aleyhis-Salatu vesselam: “Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.” buyuruyor.
Her gün birçok zulüm, haksızlık, kötülükle karşı karşıyız. Bunları elimizle düzeltme imkanı aramalıyız. Elimizle düzeltme imkanı bulana kadar dilimizle bunun yanlış olduğunu her platformda haykırmalıyız. Günümüzde bu elhamdulillah mümkün. Tabi bütün bunların yanında bütün bu yaşananlar bizim içimize sıkıntı da vermiyorsa efendimizin hadisinde buyrulan imanın en zayıf halini bile yaşayamıyoruz anlamına gelir (Allah korusun).
Bu kadar zayıf durumda değiliz; ancak üzerimize ölü toprağı serpilmiş gibi tepkisizliğimiz de bir gerçek.
Bu tepkisizliğin sebebi sadece nefsimizin bize bu günah/ zulüm/ kötülüklerin her zaman olagelen bir durum olduğunu telkin etmesidir.
Müslüman her an için kendi durumunu sorgulayan, yaptığı ve yapması gereken her davranışı çok dikkatli bir şekilde değerlendiren kişidir. Bu şekilde değerlendirdiğimizce günaha/ zulme/ kötülüğe asla alışması veya rıza göstermesi mümkün olamaz.
Zaten her gün birileri öldürülüyor veya tutuklanıyor diye dün gerçekleşen Mescid-i Aksa'nın manevi muhafızlarından Şeyh Raid Salah’ın tutuklanmasına sessiz kalamaz. Zaten açmak zorunda kalıyorlar diye her gün başörtüsü ile okullara giremeyen kızlarımızın durumuna biz alışamayız.
Rabbimiz bizi günahlara karşı uyanık tutsun, bizi günaha alışmaktan, haramı normal görmekten muhafaza etsin.
Bu yazı www.hataymanşet.com gazetesinde yayınlanan haftalık yazımdır.