Okuduğum okul binası ile ev arası ulaşım, yaya olarak yarım saati aşıyor. Aynı mahalleyi paylaştığımız arkadaşlar genellikle, bir araca biniyorlar; bense, bunu bir fırsat addedip, kulaklıkları kulaklarıma takarak, müzik ve benzeri işitsel yapıtlar dinlemeyi tercih ediyorum.
Ancak kışın, bulunduğumuz il olan Konya'nın iklimi sert oluyor. Ayrıca, bulunduğumuz muhit olan Bosna Hersek -ki, şu an itibariyle seyrek bir yapılaşmaya sahip- olması sebebiyle, kış çok daha sert geçiyor. Bilirsiniz, binaların azınlığı, esen rüzgârın enerjisinin, üzerinizdeki etkisinin fazlalığına işarettir. Hâl böyle olunca, yürümeyi yeğlemeniz için az sayıda sebep vardır: mesela, maddi durumunuz elverişsiz olabilir ya da cimri birisinizdir veya benimki gibi bir sebebiniz olabilir. Hoş, benim cimri bir yanım da var aslını isterseniz.
Yaz günü, ikindinin akşama çaldığı vakit ya da geceleri, yürüyüş, zevkli. Hele müzik eşliğinde yürüyüş, daha zevkli. Hele hele, müziğin temposu elveriyorsa, müzik eşliğinde ritmik yürüyüş, çok daha zevkli.
Bazen, yolda müzik eşliğinde ritmik yürürken, dinlediğim müziğin yavaş tempolu olması sebebiyle, adımlarım ağırlaşır. Bu hâlde iken, birçok yaya beni geçer. Bazılarının, tuhaflığıma anlam biçmeye çalıştıklarını hissederim.
Sonraki şarkı, bazen hareketli, hatta çok hareketli olabiliyor. İşte öyle bir anda, beni geçen herkesi bir anda ardımda bırakabiliyorum; çünkü koşarcasına müziğe eşlik ediyorum.
Tabi, başkalarının ne dediğini önemseyecek olsanız bunu yapamazsınız; bir çözüm de, kendinizi müziğe kaptırmanız...
Kabul ederim, çılgınlık bu. Ama, kimseye ilişmiyorsanız, bazen, çılgınlıklar da güzeldir.
Bir defasında, alışveriş merkezinden eve doğru, çok hareketli bir müziğe uyum halinde koşar adımlarla ilerliyor; bir taraftan da yolun daha uzun olmasını temenni ediyordum ki, benimle aynı istikamette giden bir araç, acelem olduğunu düşünerek durdu. Reddetmek, ayıp kaçardı. Sağolsun, beni kapı önüne kadar bıraktı.
Ritmik yürüme modunda, sonraki şarkı çalmaya başladığında, yeni parçaya uygun adımları tutturmak, bazen parça biteceğe yakın nasip oluyor. Öyle bir vaziyette, şarkı güzelse, tekrar çalıyorum.
Müziğe yürüyerek eşlik eden ben, düğünlerde ne yapıyorum, dersiniz?
Evet, düğünlerde de oynamak yerine yürümeyi tercih ediyorum; çünkü, benim için oynamak, yürümek demek.
Düğünün birinde, beni sahneye çıkardılar. İlkin, çekine çekine, normal oynamaya çalıştımsa da başarılı olamadım. Bir süre sonra çekingenliğim azaldığında, başladım ortalıkta sekerek yürümeye. Tabii, herkes bana bakıyor; kimileri şaşkın, kimileri gülüyor.
Bir de bilirsiniz ki, düğünlerde para takma olayı var; oynayan birine kağıt para asarlar ya da üzerine atarlar. Bence bu, aşağılayıcı bir hâl.
Neyse, ben oynarken, düğün sahiplerinden biri, oynayanlara para takmaya başladı. Ortadaki herkese taktı, bir ben kaldım. O da bunun farkındaydı. Elinde son bir kağıt parçasıyla, bana yöneldi. İçimden, buna mani olmak geçti. Bunun için, müziğe olan uyum bozulmasın diye, birim zamandaki adım sayısını, şimdikinin katları şeklinde arttırabilirdim belki ama başarısız da olabilirdim; adımlarımı genişletmeyi yeğledim. Adam, beş-on saniye peşimden koşturduysa da, bana ulaşamayacağını anladı ve ardımdan havaya attı parayı.
Epeyce eğlenmiştim.
Geniş bir müzik arşivine sahibim. Asıl ilgim dünya müzikleri olmasına rağmen, tasavvuf'tan, caza; sanat müziğinden, new age'e; halk müziklerinden, hip-hop'a; rock'tan, klasik müziğe ve daha birçok şeyden, daha başka birçok şeye kadar uzanan müzikleri dinlerim (zaten bir zamanlar, "4 Yön" isminde bir radyo programı da yaptık arkadaşlarla); ama seçiciyimdir.
"Hadi canım sende! Bu kadar müziği dinle, sonra 'seçiciyim' de!" deme olasılığınızı düşünerek, açıklama yapayım: Tahmin edersiniz ki, bu kadar müzik, bilgisayar ortamında barındırılıyordur; takdir edersiniz ki, bunların işgal edeceği disk alanının geniş olması gerek, bir de arşivinizi genişletiyorsanız ve CD karmaşasını sevmiyorsanız, disk ne kadar geniş olursa olsun, bir süre sonra dolacaktır.
Buna çözüm olarak ben, dinlediğim müzikleri 100 üzerinden oyluyorum (temposunu da belirliyorum: yavaş, hareketli, normal gibi). Bununla beraber, oyu 80'in altında olan parçaların belli bir yüzdesini siliyorum. En çok sildiğim parçalar, sözleri uygun olmayanlar. Elbette bu, dili bilinen şarkılar için geçerli; ötekilerinde ise, his giriyor devreye.
Gelgelelim, melodisi çok güzel, ancak uygunsuz şarkıları silmekte zorlanıyorum. Buna çözüm olarak da, o parçayı ardarda defalarca, bıkana kadar dinliyor ve sonra acımadan siliyorum.
Burada, bir tartışma başlatılabilir: Sanat, sanat için mi; yoksa halk için mi, falan filan? Bu, bayatlamış bir tartışma. Ben, Hasan Cihat Örter'in fikrine katılıyorum: "Sanat, hem sanat; hem de halk içindir".
Son olarak, yeni okuduğum bir kitaptan müthiş bir cümle aktarmak istiyorum:
"... Bazen böyle rezil şeylerin eğlenceli olması ne kötü. ..."
------------------------------------------
M. Birgin (Eylül 2004) (HP-51)