Takıntı kelimesinin bana çağrıştırdığı kavramlarla başlayayım: Tik, saplantı, kuruntu, tutku, uğraşı, irade dışı zorunluluk hissi ...
Takıntı, ilk anda kötü bir şeymiş gibi görünüyor; ama, yazının devamında görülecektir ki, hayli fonksiyonel bir kelime. Dahası, iyi yönde örnekleri de var.
Dilerseniz, takıntıları, örneklerle irdeleyelim.
Öğrencilerin, hocalarının kendilerine takma takıntısı.
Okulda bazı arkadaşlarla, yanlış işleyen şeyler üzerine konuşuruz zaman zaman. Ancak, aynı konuyu hocalarla konuştuğumuzda, hemfikir olduğumuz arkadaşlar suskun kalıyorlar. Bilahare, neden destek olmadıklarını soruyorum. Cevap: "Ya hoca bize takarsa, bizi bırakırsa ..."
Üzülüyorum, kendi fikrimizi söylemekten korkuyoruz. Üstelik bu, üniversite ortamında yaşanıyorsa, durumun ciddiyetini varın siz düşünün.
Başkalarına lâkap takma takıntısı.
Hatırlıyorum da, küçükken (belkide tek erkek çocuk olduğumdan, şımarıkça), ablalarımın hepsine birer lâkap takmıştım. Onlara kızdığım zaman, ilk ağızda onlara yaraşır bulduğum bu yakıştırmayı yapıştırırdım. Bugün bile, nâdiren, ablalarımı o lâkaplarla çağırırım; tabi, kocalarının olmadığı ortamlarda.
"Sonra yaparım" takıntısı.
Bu noktada şöyle bir söz fena kaçmaz sanki: "'Sonra', 'sonra' diyenler; sonranın da, sonrası olduğunu düşünmezler mi?"
Misâl, ben, bu 'sonra'lar sayesinde, "Takıntı" başlıklı bu yazımı birkaç ayda tamamlayabiliyorum.
Son sözü söyleme takıntısı.
Bu takıntıyı hâmil iki kişi bir araya gelirse neler olur acaba?
Küfürlü konuşma takıntısı.
Kişinin ağzı alışmıştır, her iki kelimesinden birisi argodur. Bu tipler, kendilerini savunma gerekçesi olarak, sövüp-saydıkları haksız uygulamaları gösterirler. Ancak, çirkinliği, çirkinlikle düzeltmeye çalışmak da çirkindir.
Bir defasında takdir ettiğim birisi, bir durum karşısında galiz bir lâf sarfediverdi. İlkin yanlış anlamış olabileceğimi düşünerek, son söylediğini yinelettim. Yazık ki, doğru anlamışım. Biraz gerildim; duraksadım ve "Abi, sana hiç yakışmıyor bu aşağılık kelimeler!" dedim. Özür diledi.
Bu kötü takıntıya karşı, bende de iyi bir takıntı gelişti zamanla: Çirkin bir söz işittiğimde gerildiğimi hissettiriyorum. Böylelikle, beden diliyle bir tepki göstermiş oluyorum. Bazen birkaç kelime de söylüyorum. Bu davranışım sonucu, arkadaşlar, benim bulunduğum ortamlarda böyle lâflar söylememeye gayret ediyorlar. İlginçtir, böyle bir lakırdı ağızlarından çıkacak olursa, yalnız benden özür diliyorlar. Demek ki, çok sayıda kişi, bu rezaletlerden hoşlanmadığını ifade etse, bu nâhoş durumlar yok olabilecek.
Küçüğü büyütme; büyüğü küçültme takıntısı.
Hatırlıyorum, yıllar önce kimi gazeteler, kendilerini sattırmak için tencere-tabak kampanyaları yapıyorlardı. Bunlardan bir tanesi, bir müzik seti veriyordu. Televizyon reklamında bu müzik seti öyle kocaman duruyordu ki, sanki "deve". Gün geldi, millet "deve"sini almak için ailecek dağıtım yerine gittiklerinde; evlerine, en küçük çocuklarının elindeki bir "kulak"la döndüler.
Futbol takımı tutma takıntısı.
Hiç ilgilenmeyenlerin dahi, bir takım tuttukları bir gerçek. Bana, 'Hangi takımlısın?' diye sorulduğunda 'Koyu değilim, ama Galatasaray' yanıtını veriyorum. Bir oyuncunun ismini sormaları durumunda bile, karşılık alamıyorlar benden.
Sağ taraftan yürüme takıntısı.
Neden bilmem, birileriyle yürürken sağ tarafta değil isem, bir rahatsızlık duyuyorum. Kimileyin, arkadaşlarla dolaşırken, farkında olmadan sol taraflarda yer aldığımda, arkadaşlar duyarlı davranırlar: "Sen sağa geç!".
Karşılaştığı, anlam biçemediği kelimelere sözlükten bakma takıntısı.
Güzel konuşma takıntısı.
Kelime haznesini genişletme takıntısı.
Boş durmama takıntısı.
Titizlik takıntısı.
Örnekler çoğaltılabilir. Bu örneklerden gayet iyi anlaşılıyor ki, iyi (faydalı) takıntılar, kötü (zararlı) takıntılar ve boş (beyhude) takıntılar vardır.
Neden bu kelime üzerinde yazdığım merak edilebilir. Açıklama yapayım:
Web sitem '4 Yön' isimli radyo programımın anısına aynı ismi taşıyor. İsmiyle müsemma olsun, diyerek siteyi uygun bir kalıba soktum. Bölümlerden (yönlerden) birisi de 'Tiyatro' idi. Zaman sonra, siteyi güncellemem gerektiğini düşündüm. Yazılarımı da ekleyecektim. Sonra, haftalık olarak yaptığım projeleri de eklemeyi düşünüyordum. Sitede bunları uygun bir bölüm (yön) altında toplamam gerekiyordu. Bölümleri düşündüm:
4 Yön (Radyo Programı)
Müzik
Yazılım
Tiyatro
Bir kere '4 Yön (Radyo Programı)' dokunulmazdı zaten. Ekleyeceklerim, 'Müzik' ya da 'Yazılım' bölümüne de hiç uygun kaçmazdı. En yakın duran, 'Tiyatro'. Ama bu da iyice örtüşmüyordu. O halde yapılacak şey, ya bazı bölümleri değiştirmek; ya da 'Tiyatro' bölümünün kapsamını genişletmek.
Düşündüm: Tiyatro içeriğinde, kişisel (arkadaşlarla birlikte) çalışmalarım var. Eklemeyi düşündüğüm, yazı denemelerim de yine kişisel çalışmalar. Sonra, eklenmesi olası haftalık plânlarım, tamamen kişisel.
Tüm bu saydıklarım, kişisel olarak ilgilendiğim konular. Epey bir arayıştan sonra, 'TAKINTI' kelimesinde karar kıldım. Bu, istenen tüm şartları taşıyan, bana uygun bir kavram.
Ve, sitenin intizamı sebebiyle, 'Takıntı' bölümüne girildiğinde, bir yazının olması gerekiyordu. İşte bu yazı, böyle bir amaca hizmet ediyor.
Bitirirken, ‘Takıntı’ kelimesinin sözlükteki karşılıklarına bakmakta fayda seziyorum. Dilerim tersyüz olmam.
Takıntı*:
1. Bir bütünden kalan ufak parça **
2. Bütünlemeye kalınan ders
Evet, hepsi bu kadar. Şaşırmış ve heyecanlanmış bir vaziyetteyim; zira bana çağrıştırdıklarıyla bir alakası gözükmüyor gibi. Düşünmeye başlıyorum. Ve Türk Dil Kurumu’nun sitesindeki sözlüğe bakmayı aklediyorum.
Takıntı:
1. Bir durum veya sorunla ilişkisi olan başka durum veya sorun***.
2. Bütünlemeye kalınan ders.
3. Küçük, önemsiz borç.
4. (mecaz) Bir şeye hastalık derecesinde düşkünlük***.
5. (argo söz) Bir kimseyle kurulan ilişki***.
6. (halk ağzında) Kadın takıları
_____________________________________________________________________
*: D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük
**: Sanki ‘kalıntı’ kelimesine daha uygun bir tanım. Bir önceki cümlemi yazdıktan hemen sonra ‘kalıntı’nın karşılığına baktım, yanılmamışım.
***:Neyse ki, bir kısmı örtüşüyor.
----------------------------------
M. Birgin (Haziran 2005)