Görüntülenme: 174499
Çatlak Bir Testi Ne İşe Yarar (Hikaye, Öykü)
2009/03/04 11:22 - Güncelleme: 2024/10/05 17:38
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

İnsanlara nasihat anlamı taşıyan kıssalar hoşuma gidiyor ve paylaşmayıda çok seviyorum .İşte bunlardan biri daha....

Çatlak Bir Testi Ne İşe Yarar


Çin''de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna astığı testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış...

Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış; ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu
suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve..Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış iki sene her gün bu şekilde geçmiş.

Adam her iki testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...

Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş. Fakat zavallı çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş.

İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi,ırmak kenarında adama şöyle demiş:

"Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor.." Adam gülümseyerek dönmüş testiye; "Göremedin mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu.

Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok.Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlaklığını biliyordum..Senin tarafına çiçek tohumları ektim.. Ve hergün o yolda ben su taşırken,sen onları suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp,masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş.

Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz Her birimizin kendine has kusurları vardır.

Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı ilginç yapan,mükafatlandıran, renklendiren..

Etrafımızdaki her kişiyi,oldukları gibi kabullenin.. Onlardadaki kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görün

demekki neymiş çaylak matlak testi testidir çatlak testiyi saksı olacak şekilde kırıp içine gülde dikebilirdi

aslında (2, demekki neymiş adamlar yapıor abi değilmiş yapamıyorlarmış:D) bu cinli çiçekleri de

yoluyormuş birileri cinliye dallarında daha güzel olduklarını öğretsin  ben olsaydım o testinin içine gül

dikerdim 

kıssadan hisse
2009/03/10 10:14
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,7 (2 oy)

Bir gencin tövbesi



Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip
" (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu.
Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti.
Oradakilere:
-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:
-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.
Musa aleyhisselâm:
-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler.
Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:
-Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o''Benim dostumdur.'' İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
Allahü teâlâ:
(Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah'ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu.

ışık bir çatlak testi olarak yazdığın yazıyı cok begendim ve bizimle paylaştığın için cok teşekkür ederim.herşeye rağmen insanları hatalarıyla kabullenerek ve bunları çiçeklere dönüştürebilecegimizi hatırlattı bu yazı bana....

serçelerin çenesi pek düşük  vıcıwicikciwkciwk (okuyun onların seide böle:D) cıvır cıvır ne bunların derdii:D  

CAMBAZ demiş ki;

serçelerin çenesi pek düşük  vıcıwicikciwkciwk (okuyun onların seide böle:D) cıvır cıvır ne bunların derdii:D  
 

Bir ilahi vardır bilmem bilirmisin CANBAZ.Sultan 3.Murat yazmış sözlerini.Bu ilahiyi dinlemek  ibadet noktasında çok eksiklerim olduğunu hatırlatır bana.

Serçelerde muhakkak zikirdedirler......

UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN- SULTAN 3.MURAD HAN

Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

 

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmak
2009/03/16 18:56
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 8,7 (2 oy)

Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa'yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha O'nun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyük "F" (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.  

Bayan Mediha'nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa'nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, O'nun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Mustafa'nın 1. sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. O'nun etreafta olması çok eğlenceli..."

2. sınıf öğretmeni şöyle yazmış:

"Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor."

3. sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa'nın annnesinin ölümü O'nun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası O'na ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evdeki yaşamı yakında O'nu etkileyecek."

 

Mustafa'nın 4. sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı:

"Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor."

 

Bunları okuyunca, Bayan Mediha problemi kavradı ve kendinden utandı. Öğrencileri O'na güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa'nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti.

 

  Mustafa'nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı. Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama O bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

 "Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz".

Çocuklar gittikten sonra, Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa'ya özel ilgi gösterdi. O'nunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. O'nu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa O'nun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra, Bayan Mediha kapısının altında Mustafa'dan bir not buldu, O'na halâ tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Altı yıl sonra Mustafa'dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve O'nun halâ hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı. Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini  ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha'nın tüm yaşamında ki en iyi ve en favori öğretmen olduğunu yazmıştı.  Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup O'nun halâ karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama şimdi ismi biraz dah uzundu.

Mektup şöyle imzalanmıştı;

Prof. Dr. Mustafa Yılmaz (Tıp Doktoru)

Öykü burada bitmiyor. Görüyorsunuz, ortaya çıkan bir mektup daha var. Mustafa bir kızla tanıştığını ve O'nunla evleneceğini öylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan Mediha'nın damadın annesine ayrılan yere oturup oturmayacağını soruyordu.

Şüphesiz Bayan Mediha bunu kabul etti ve tahmin edin ne oldu?

Taşları düşmüş olan o bileziği taktı. Dahası, Mustafa'nın annesinin süründüğü parfümden sürdü.

Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Bayan Mediha'nın kulağına şöyle fısıldadı:

"Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.

Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim. "

Bayan Mediha, gözlerinde yaşlarla fısıldadı, şöyle dedi:

"Mustafa yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirabileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum."


Birinin Hayatında Fark Oluşturmaya Çalışın.

Birinin Yüreğini Isıtın, Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışsın.

Sevgilerimle...

seval paylaştıgın yazıyı gercekten  begendım ve bir ögretmen adayı olarak cok anlamlı buldum.her zaman kolay olmuyor bazen emek ve sevgıde yetmiyor birilerinin hayatında farklar oluşturmaya fakat herseye ragmen denemeye değer.farklılıkları fark etmek dilegiyle....

Çook önceden bi arkadaşım mail olarak göndermişti bu hikayeyi  ve gözyaşlarımı tutamamıştım okurken şimdi olduğu gibi.

sağolasın......

Sevgili, Ebru ve Işık beğendiğinize sevindim. Ebru, öğretmenlik mesleğinde başarılar dilerim nice Mustafa Yılmaz'lar yetiştirebimen ümidiyle. Hayat budur işte, birilerinin hayatında bir fark yaratmaktır. 

Konuyla alâkalı bir kıssa anlatayım; adamın biri gayb aleminde Allah'u Tealâ'ya sorar;

Allahım bu dünyada bu kadar zengin ve varlıklı insan yaratırken, fakir yiyecek hiç bir şeyi olmayan bu insanlar için niçin bir şey yapmadın.

Allah'u Tealâ yaptım, "Seni Yarattım" der.

Hikaye: Pencere
2009/03/20 10:50 - Güncelleme: 2024/09/26 19:40
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,5 (1 oy)

PENCERE

Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da camasirlari asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, camasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis.  

Kadin, komsusunun camasir astigini gordugu her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis.  

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis 'Bak' demis kocasina ' Camasir yikamayi ogrendi sonunda, merak ediyorum, kim ogretti acaba ?' 

'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis kocasi.  

Hayatta da boyle degil midir ?  

Baskalarini izlerken gorduklerimiz, baktigimiz pencerenin ne kadar temiz olduguna baglidir. Birini elestirmeden ve hemen yargilamaya davranmadan once zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olani gormeye hazir olup olmadigimizi farketmek guzel bir fikir olabilir ..

Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı. Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi. Gölgeyi sever menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yapığını anlatmıştı onlara. Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi...

- "Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?" diye düşündü, durdu Hande...

Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar güzeldi. Küçücük kafası o gün herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için uğraş vermeye başladı.

İlk, kimsenin yanına oturmadığı, "Hacerin yanına oturmak istiyorum öğretmenim." diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer, çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi.
Hande ise; mühendis Kamil Beyin biricik kızı... Öğretmen, pek . oturtmak istemedi önce Hacerin yanına Handeyi... Hande, ısrar ediyordu Hacerin yanına oturmak istiyordu.

Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmem Hande in annesini çağırdı. Annesi eve geldiklerinde Handeye sordu:
- "Neden yavrum Hacerin yanına oturmak istiyorsun?"

Hande cevap verdi: "Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin. Oysa, her bitki güneşi sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller... Hacerin yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum.Belki, Hacer de güzeldir,onu fark etmek istiyorum." dedi.

Hande in annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4 .sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak :
- "Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin." dedi.

Pazartesi, Hande Hacerin yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer... Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu Handeden. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?

Doktor Cemal beyin kızı Esin idi en çok alınan...Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı her Pazar... Nasıl olur da kendi yerine Haceri seçerdi? Çok gururu kırılmıştı Esinin... Hande ile konuşmuyordu.

Bir gün, Hande ve ailesi, Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler.. Hande, gene Esinin somurtacağını bildiği için gitmek  istemiyordu. İçin için de Hacere kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının bozulmasına sebeb olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?

Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı. Hacer, farklı diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacerin kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı.

Tam umduğu gibi olmuştu. Esin, somurtarak karşısında oturuyordu. Hande ile konuşmuyordu. Hande, canını sıkkınlığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu. Yürüdü, yürüdü... Köye gelmişti...

Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi...
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru bir adım attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti. Bu Hacer idi. Handeye gülümsüyordu... "Hoşgeldin Hande" dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda, sıcacıktı. Odun sobası her yeri ısıtmıştı. "menekşeler" diyebildi sadece Hande, "bu soğukta???"

Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever." Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.

- "Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu, ona ben bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Birtek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum."

Hande in gözleri dolmuştu...
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı... Dışarıya koştu ve annesine sarıldı,ağlıyordu... Bir müddet sonra "Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını...

Hacerlere gidip Hacerin yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte.

Hande, annesine anlattı Hacerin hayatını, ağlıyarak. "Bir şeyler yapalım anne"dedi...
O hafta, annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Haceri kendi evlerine taşıdılar...

Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu. Ne dağınıktı, ne de aptal... Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu...

Seneler geçti... Hacer ve Hande bir arkadaş değil, kızkardeşlerdi artık...
Mor menekşeler Handeye Haceri armağan etmişti... Hacere ise; hem Handeyi, hem hayatı...

Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer şimdi bir doktor...
Handeden vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Hastalarına vicdanı ile birlikte şifa dağıtıyor...

Hande ise; bir öğretmen...Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de öğretiyor... Bir kızı var. Adı: HACER MENEKŞE...
Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande.
Hacer Menekşe, teyzesi Haceri çok seviyor ve annesine teyzesi için hergün teşekkür ediyor...

SEVGİNİZE KESİNLİKLE ÖNYARGI SOKMAYIN. DAİMA KARŞINIZDAKİNİ DİNLEYİN... GÖRECEKSİNİZ Kİ ÖNYARGISIZ BİR ŞEKİLDE YAKLAŞIRSANIZ,YORUMLARINIZ DAİMA
İSABETLİ OLACAKTIR...
HERŞEY, SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR.... SEVDİKTEN SONRA İSE; SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR..

Bu mesaj, m1gin tarafından, 10.06.2009 21:03:03 itibariyle düzenlenmiştir.
Farklılığa Yaklaşım...
2009/03/21 23:55
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Ey CAMBAZ, aktardığınız "Hande ile Hacer" hikâyesi muhteşem...

Özellikle Hande'nin Hacer'in evine konuk olduğu ve Hacer'in bazı zorlukların üstesinden gelmek için nasıl mücadele verdiğini ifade eden satırlarda haylice duygulandığımı hissettim.

Ey ISIK, sizin de "Pencere" adlı hikâyeniz anlamlıydı gerçekten...

Aslında sözünü ettiğim iki hikâyenin ortak yanı, başkalarını ön yargıyla değerlendirmememiz gerektiği...

Teşekkürler...

İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com

bazen gerçekten hiç bir şey göründüğü gibi olmuyor...palyaçolar gibi... bazen insanın içinde fırtınalar kopuyor , o fırtınlara dayanmaya çalışıyor yüreğinizdeki gemiler,.. tüm bunlar olurken derinlerde bir yerlerde, siz güneşli güzel günler yaşıyormuşcasına rol kesiyorsunuz. o 'bazenler' de repliklerinizi unuttuğunuz oluyor arasıra  da...ve  bunu fark eden birilerini üzmüş oluyorsunuz. oysa siz rol yapıyordunuz o an. ama kimse bilmiyordu sizin ne kadar iyi bir oyuncu olduğunuzu. onlar rol değil gerçek sanıyordu her şeyinizi ve siz aslında bu gerçeklik içinde rolünüzün ezberini unutmamaya çalışıyorsunuz, bazen de rolünüzü unutuyor farklı karakterlere bürünüyorsunuz. o 'bazenler' hiç çekilmez oluyor. siz de çekilmez oluyorsunuz. kimse de sizi çekmiyor zaten. Ve aslında her şeyin tek bir sebebi var. bunu biliyorsunuz. ama problemin kaynağını bilmek yetmiyor. O problemin adı maneviyatsızlık. Kendinizi ve gemilerinizi fırtınaya karşı hazırlamıyorsunuz çünkü. Ve şeytan ve nefis sizi yakalayıveriyor. Siz boğuluyorsunuz. Nefes almakda zorlanıyorsunuz. Hep boşluk... Kocaman bir boşluk. ve siz o 'bazenlerde' çekilmez oluyorsunuz. kimse de sizi çekmiyor zaten( ya da anlamıyor.... anlayamıyorlar...çekseler bile...). ama aslında problemin çözümü; birilerinin sizi çekebilmesi size o 'bazenlernizde' katlanıp, size dayanak olabilmesi...

 

konuyu buraya nasıl getirebildim bilmiyorum. her şey göründüğü gibi olmuyor diyip hacer'e ve Hande'ye bağlayacağımı düşünmüştüm... ama yaz dediler yazdım... parmaklarım.... anlaşılmadığını biliyorum.. henüz ben de anlayamıyorum çünkü.... boş laf kalabalığı... parmaklarım ve dilim bu işde uzman... boş...karışık.. boşver...(dim)..

Bu mesaj, deniz_mavidir tarafından, 22.03.2009 00:30:02 itibariyle düzenlenmiştir.
Sedef Çiçeği
2009/03/22 2:58 - Güncelleme: 2024/09/26 19:44
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

 Mahkemede 80'lerinde ki çiftin hali içler acısıydı. Boşanmak için orada bulunuyorlardı.

Hakim önce yaşlı kadına verdi sözü.

- "Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun?"

Teyze titreyen sesiyle söze başladı;

- "Bu adam yetti artık, bezdirdi hayattan. Bizim bir sedef  çiçeği vardı, çok sevdiğim. 50 yıl önceydi, bana verdiği çiçekler arasından bir yaprağı tohumlamış, ondan büyütmüştüm.

Çocuğumuz olmadı, onları çocuğum bildim. Bir süre sonra kurumaya başladı, iyi gelirmiş dediler her gece güneş doğmadan sulamaya başladım. 50 yıl oldu, bu adam bir kere olsun kalkıp ben sulayayım demedi.

Geçen gece uyanamamışım. Hayatımı, herşeyimi verdim. Ben böyle bir adamla 50 sene geçirdim. Ondan birşey görmedim. Bir kerecik olsun benim yaptığım bir işi üstlense ne olurdu. Boşanmak istiyorum."

- "Diyeceğin var mı amca?"

- "Askerliğimi cumhurbaşkanlığı köşkünde bahçıvan olarak yaptım. Sedef çiçeklerini de orada tanıdım. İlk evlendiğimiz  zamanlar boynunda ağrı oldu, doktora götürdüm. Doktor ,uzun süre uyanmadan yatarsa boynunda ki kireçler sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece kalkıp yürüsün dedi, ama bizim hanım doktoru dinlemedi. O günlerde tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Çiçeği gece sularsan düzelir dedim. Her gece O'nu uyandırdım ve çiçeği sulayışını seyrettim. Ve her gece O  yattıktan sonra kalkıp saksıda ki suyu boşalttım, sedef gece sulanmayı sevmez hakim bey. Geçen gece yaşlılık ben de uyanamadım, uyandıramadım." 

CAMBAZ hikayen gerçekten çok güzel.İnsanın kendine dönüp vicdanını harekete geçiriyor ve çevresindeki insanların güzel yönlerini görmek adına farklı bakış açısı kazandırıyor.Teşekkürler....

Citizen Sedef Çiçeği bildiğim bi hikaye olmasına rağmen her okumamda duygulanıyorum....Sağolasın...

farkında olmalı insan
2009/04/01 19:09
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Farkında olmalı insan bir damlacık sudan nasıl yaratıldıgını farketmeli,anne karnına sıgarken dünyaya neden sıgamadıgını  en  sonunda bir metrekarelik yere nasıl sıgmak zorunda kalacagını farketmeli henüz bebekken  dünya benim dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı oldugunu ölürkende aynı avucların her şeyi bırakıp gidiyorum  işte dercesina apaçik kaldıgını farketmeli.....

.. hayat...
2009/04/14 21:30
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Adamın biri, bir çocuğa bir elma vermiş.
Çocuk çok sevinmiş.
Bir elma daha vermiş.
Çocuk daha çok sevinmiş.
Bir elma daha verince;
çocuk sevinçten deliye dönmüş.
Ve bir elma daha verince,
çocuk dört elmayı elinde zaptedememiş,
sonuncusunu düşürmüş yere...
Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk.

Hayat böyledir işte...

Hayal etmediğimiz bir saadete eriştikten sonra,
onun bir lokmasını dahi kaybetmek bizi perişan eder.

"Keyifler değildir yaşamı değerli yapan.
Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan

alıntıdır...

Yanıt: .. hayat...
2009/04/15 7:24
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

ah keşke elimizdekilerin kıymetini bilsek ............................teşekkürler prisca

Bir Azim Hikayesi...
2009/04/17 1:31
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

 Tek Kollu Karateci



Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.

Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.

Çocuk bir gün hocasına "Hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.
Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı.
Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "Hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim". Hocası ise "Sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.

Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "Hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum".

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "Senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ..Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak".
Çinli Gelin-Kaynana
2009/04/17 2:34
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

 Uzun yıllar önce Çin’de Li-Li adlı bir kız evlenir ve aynı evde kocası ve kayınvalidesi ile birlikte yaşamaya başlar. Lakin kısa bir süre sonra kayınvalidesi ile geçinmenin çok zor olduğunu anlar. İkisinin de kişiliği tamamen farklıdır. Bu da onların sık sık kavga edip, tartışmalarına yol açar.

 Bu, Çin geleneklerine göre hoş bir davranış değildir ve çevrenin oldukça tepkisini alır. Bir kaç ay sonra bitmez tükenmez gelin kaynana kavgalarından ev, onun ve annesi ile karısı arasında kalan eşi için de cehennem haline gelmiştir. Artık bir şeyler yapmak gerektiğine inanan genç kız doğru babasının eski bir arkadaşı olan baharatçıya koşar ve derdini anlatır.
 Yaşlı adam ona bitkilerden yaptığı bir ekstre hazırlar ve bunu 3 ay boyunca her gün azar azar kayınvalidesi için yaptığı yemeklerin içine koymasını söyler. Zehir az az verilecek , böylece onu gelininin öldürdüğü belli olmayacaktır. Yaşlı adam genç kıza kimsenin ve eşinin şüphelenmemesi için kayınvalidesine çok iyi davranmasını ona en güzel yemekleri yapmasını söyler.

 Sevinç içinde eve donen Li-Li yaşlı adamın dediklerini aynen uygular. Her gün en güzel yemekleri yapıyor. Kayınvalidesinin tabağına azar azar zehri damlatıyordu. Kimseler şüphelenmesin diye de ona çok iyi davranıyordu. Bir süre sonra kayınvalidesi de çok değişmişti ve ona kendi kızı gibi davranıyordu. Evde artık barış rüzgarları esiyordu. Genç kız kendisini ağır bir yük altında hissetti.

 Yaptıklarından pişman bir vaziyette baharatçı dükkanının yolunu tuttu ve yaşlı adama şu ana kadar kayınvalidesine verdiği zehirleri onun kanından temizleyecek bir iksir için yalvardı. Yaşlı kadının ölmesini artık istemiyordu. Yaşlı adam yaşlı gözlerle karşısında konuşup duran Li-Li ye baktı ve kahkahalarla gülmeye başladı;
"Sevgili Li-Li , sana verdiklerim sadece vitaminlerdi. Olsa olsa kayınvalideni sadece daha da güçlendirdin hepsi bundan ibaret. Gerçek zehir ise senin beyninde olandı. Sen ona iyi davrandıkça o da dağıldı ve yerini sevgiye bıraktı. Böylece siz gerçek bir ana kız oldunuz." dedi.



Eski bir Çin atasözü şöyle der ;
Gül veren elde gül kokusu kalır.
Sevilen insan, sevgisini insanlara veren insandır..

Yanıt: Bir Azim Hikayesi...
2009/04/17 16:49
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

zekice...demek ki neymiş her duruma göre çözümler geliştirilebilirmiş...

Çobanın aşkı...
2009/04/20 15:04
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,7 (2 oy)

Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi, konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun halini:

- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki ;sen bir garip çobansın, o padişahın kızı, davul bile dengi dengine; dedim ya, dinlemiyor efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi efendim...

İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren delikanlıya çevirip tebessüm etti.

- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane anlatmaya başladı.

İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu dağ kulübesinde dertlerine derman aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı, her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu kulübede yaşıyor, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu. Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan olduğunu.

Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz teslimiyetiyle:

- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde tesbih , kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla evlenebilir miyim?

- Evet , dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin, kırk gün sonra padişahın kızı senindir.

İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman, yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tespih, gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti, gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihini aldı ve dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah...

Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çe ş me başında kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu konuşuyordu:

- Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah'a adamış, gece gündüz durmadan Allah diyormuş, Allah Allah ...;

Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı, dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada gözlerini açan genç adam , karşısında arkadaşını görünce, günlerdir yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardınca anlatmaya başladı: Kırk günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı... Acaba, diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.

Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah...

Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün ülkeyi sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmu ştu. Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli kalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp-edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun uzun bahsetti başveziri . Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah, nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde. Derdini anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan, o dervişi veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey, bilgenin:

- Hünkârım , gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler, demesiyle son buldu.

Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür, birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:

- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Şaşırma sırası padişaha gelmişti.

- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler mi?

Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının üstünden... Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler, onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru yürümeye başladılar. Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş, tespihiyle öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı.

Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine bağladı, duyulması güç bir sesle;

- Efendim , dedi, sizi ziyarete geldik.

Yavaşça başını çevirdi aşık , sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik, duvar... Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.

Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.

- Efendim , diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim, zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi bahtiyar edersiniz...

Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık maşukuna kavu ş acak , murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün gözler genç adamdaydı.

Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra, gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir ifadeyle:

- Hayır , dedi, kızınızı istemiyorum.

Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:

- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen, neyi reddettiğinin farkında mısın?

Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:

- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah deseydim...

------------------
GERÇEK ŞU Kİ ; İNSAN KENDİNİ , KENDİNE YETERLİ GÖREREK AZAR. (el-ALAK 6,7 )

SAKIN ŞEYTAN SİZİ YOLDAN ÇEVİRMESİN.ÇÜNKÜ ; O , SİZİN İÇİN APAÇIK BİR DÜŞMANDIR. (ez-ZUHRUF 62 )

Bir Cümle
2009/04/20 15:28
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Mecnun'un Leyla'dan vazgeçme faslını andırıyor.  Hoş bir hikayeymiş, teşekkürler IŞIK.

Yazıdaki bir cümle, özellikle dikkatimi çekti ve hoşuma gitti.

"Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı."

İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com

Evet benimde dikkatimi çeken bir cümle.Bu yazanın ustalığından olsa gerek akılda bırakacak dipnotlar kazıyor hafızalara.

Önyargı
2009/04/21 8:13
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,7 (2 oy)

Önyargı- Sabit Fikirlilik

Bir köyde tek başına yaşayan hamile bir kadın, (çocuğu doğmadan önce kocası ölmüş) kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasada, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar.

Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak zorunda kalır.  Gelincik ile bebek evde yanlız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Eve geldiğinde gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve onu oracıkta öldürür. Tam o sırada içerideki odadan bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir ve odada beşiği, beşiğin içinde bebeği ve bebeğin yanında parçalanmış olan yılanı görür.

Toplumumuzda yaşanan sorunların ana nedenlerinden biri, insanların yeterli bilgiye sahip olmadan olayları yorumlamasıdır.

Önyargı, aşağıdaki gibi tarif edilebilir;

Bir kimseyle veya herhangi bir şeyle ilgili olarak, belirli bir olaya, duruma, ya da görmeye dayanan, önceden edinilmiş kanıya varmak veya bir kişinin herhangi bir konuda yeterli kanıta dayanmayan, olumlu ya da olumsuz yargısı.

IŞIK  yüreğim ağzıma geldi gelincik bebeği yemiş sandım öyle korktum kii:S

Tamam  kabulümdür önyargılarım bazen olayların önüne geçiyor ama  tecrübeler sonunda oluşmamışmıdır önyargılar

boşver her noktadan sonra  büyük halfle başlanır gibi kesin bir şekilde vaz geçemezsiniz ki onlardan  ben önyargılarımı seviyorum:D bilmem yanlış mı düşünüyorum

Sevgili ISIK; benim için bu muhabbet sayfasını eklediğin için eyvallah =) Hikayeleri çok sevdiğim için kendime has sunulmuş özel hediye olarak kabul ediyorum bu sebeple bu cümleyi yazma haddimi kendimde buldum sayın site üyeleri lütfen haddimi mazur görün ve eklemek isterim ben paylaşmayı severim =)Hepinizin eline sağlık bütün hikayeler benim çin güzeldir ve çorba da benimde tzum olsun dedim bir hikayede benden zira hayat fregmanım;Dünyaya tek geldik,tek gideriz...

 

Son Durakta İnenler
Caminin avlusu hınca hınç doluydu. Belli ki cenazenin yakınları onu son yolculuğuna uğurlamak, dostları da son görevlerini ifa etmek için oradaydılar.Sahte gözyaşı dökenler,kara gözlüklerin ardında cenazeye gelenleri inceleyenler,ağlamamasını kara gözlüklerle örtmeye çalışanlar,bedenen orada ama ruhen çok uzaktaki olanlar,”Yahu tam da ölecek zamanı buldu.Bugün de çok önemli işlerim vardı.Çabuk bitse de gitsem” diyenler... Kimler yoktu ki...

Bazıları gruplaşmış vaziyette olayı değerlendiriyordu. Sessiz ama derin-den..Her köşeden ayrı bir fısıltı duyuluyordu.Kimi hayattayken bir kaşık suda boğmak istediği bu mevtanın ardından:

“Çok iyi bir adamdı çook.”diyerek onun ne kadar iyi birisi olduğunu inandırmaya çalışıyor,kimi borç para vermediği için ağzına geleni söylediği ve şu an yerde masum bir şekilde yatan zata bakarak:

“Çok cömertti,kimin ihtiyacı olsa hemen koşardı.”diyerek onun el açıklılığından dem vuruyor,kimi kapısını bile bilmediği bu adam için:

- Beni çok severdi, sürekli ziyaretime gelirdi, çok yazık oldu.”diyerek onun insanları ziyaret eden biri olduğunu dile getiriyordu. Tekerlekli iskemleyle getirilen yaşlı kadın da:

- Oğlum her bayram olmasa bile işinden fırsat bulduğunda beni ziyarete gelirdi. Üstelik huzurevinin bütün masraflarını o karşılıyordu.” Diyerek onun kendisini ne kadar çok sevdiğini, ne kadar önem ve değer verdiğini anlatmaya çalışıyordu etrafındakilere...

Katılımcılara bakıldığında zengin bir kesim olduğunu kestirmek hiçte zor değildi.Üstelik caminin dışında cadde boyu dizilen son model lüks arabalar ölen kişi hakkında gerçek bilgiyi veriyordu ‘ya çok zengin ve hatırı sayılır bir iş adamı veya siyaset çi’ diye düşündürüyordu insanı.Alalade sade bir vatandaş olmadığı gelen çelenklerden de belliydi zaten.Holdingler,bakanlar,milletvekilleri,ünlü iş adamları ve ünlü sanatçılardan gelmişti bu çelenkler.Büyük bir iştirakle kılınan cenaze namazının ardından yapılan dualar ve imamın;

- Mevtayı nasıl bilirdiniz?

Sorusuna hiç düşünmeden;

- İyi bilirdiiik!

Diye verilen yanıtlar ve omuzlara alınan cenazeyi yine aynı duygularla mezarlığa götürüldü.

Gruplaşmalar burada da devam etti. Herkes ölen kişiyle ilgili anıları abartarak anlatıyordu. Bire on katarak adamı neredeyse melek gibi günahsız yapmışlardı. Hani meşhur bir söz vardır ya “kör ölünce badem gözlü olur” diye. Tıpkı onun gibi adamın badem gözlü olduğuna inandırmak için yarış yapıyorlardı birbirleriyle. Saçları örgülü üstü başı perişan bir şekilde, kara gözleriyle çevreyi izleyen ufak bir kız çocuğu hayretle bakıyordu etrafındaki bu sahte insanların sahte gözyaşlarına. Bu arada cenazenin gömülme işlemleri bitmiş, dualar edilmiş, insanlar son görevlerini yerine getirmenin rahatlığıyla evlerine gitmek için ayrılıyorlardı.Yarım saat sonra kimse kalmadı mezarlıkta. Sadece o kara gözlü ufak kız vardı. Usulca yanaştı mezara. Belli ki aklından çok şey geçiyordu ufak kızın. Bu ilk karşılaşmaları değildi ufak kızla iş adamının.

Daha birkaç ay öncü onu fabrikasında çalışan babasını gerekçesiz çıkarmıştı.Parasını bile vermeden hem de. Para istemeye beraber gitmişti babasıyla. Adam onları saatlerce kapıda bekletmişti. Canı sıkılınca kapıdan içeri bakmıştı küçük kız. Adam mağrur ve neşeli bir şekilde bir anahtarı uzatıyordu kadına:

- “Bu jipi sana aldım canım. Ama dikkatli kullan hee..! derken kapıda ufak kızı fark edip içeri çağırdı onları. Mali durumunun kötü olduğunu, işlerin durgun olmasından dolayı çıkartıldığını, işler açıldığı zaman tekrar çağırılacağını anlatıp göndermişti onları.Fakat aylar geçmesine rağmen ne işe almıştı ne de çıkışını vermişti babasının. Başka işte bulamamıştı babası. Eli mahkum, bekliyordu patronunun tekrar işe çağırmasını.Ama eski işçilerin tümünü çıkarıp, daha ucuz çalışacak yeni elemanlar aldığını duyduklarında çok üzülmüşlerdi.Üç kardeşi, hasta annesi ve babası çaresizdi. Son bir kez daha gittiler fabrikaya; ama içeriye alınmadılar bile.Dışarıda beklerken yanlarından hızla geçen Mercedes’in içinde mağrur ve başı dik oturuyordu adam.Bir ara küçük kızla göz göze geldiler. Adam hızla kaçırdı gözlerini kara gözlerden. Küçük kız hızla giden araba ile birlikte hayallerinin, umutlarının ve geleceğinin arabanın tozuna karışıp gittiğinin farkındaydı. Gözleri buğulandı. Dudağı büküldü. Hafifçe bir şeyler mırıldandı sadece. Bu onu son görüşleri oldu zaten. Ogün trafik kazası geçirmiş ve hayatını kaybetmişti.

Tüm bunlar film şeridi gibi geçti küçük kızın kara gözlerinden.Yeni örtülen ve henüz ıslak olan topraktan bir avuç aldı.Avucunda iyice sıktıktan sonra tekrar mezara doğru fırlattı hışımla.Yine hafifçe mırıldandı.

“Topraktan geldin ve yine toprağa gittin. Hiçbir şey seni kurtaramadı değil mi? Mağrur adam. Çok güvendiğin malın, mevkiin, hatırı sayılır dostların, hiç biri seni kurtarmaya yetmedi değil mi? Yazık, çok yazık, keşke ölmeden bunları anlayabilseydin

Toparlama
2009/06/09 20:01
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

"Son Durakta İnenler" başlığını görünce heyecanlandığımı hissettim; zira ta 2006 yılında toparlamayı amaçladığım ancak başaramadığım bir yazım var. Başlığı da, "Son Durakta İnmek" 

Benim yazımın buradaki hikâye ile bir alakası yok ama. 
Belki önümüzdeki günlerde toparlayıp, siteye eklerim. 

İngilizce kelime ezberleme oyunu: https://vav.mbirgin.com

Sayın m1gin ; Son Durakta İnenler" başlığını görünce heyecanlandığımı hissettim; zira ta 2006 yılında toparlamayı amaçladığım ancak başaramadığım bir yazım var.

Bu cümleleriniz de beni heyecanlandırdı.2006-2009 hayli lezzetli ve birokadar da mükemmel bir makale olsa gerek,şimdiden sabırsızlıkla bizimle paylaşacağınız günü bekliyorum.

Veee elbette bu hatırlatma için de telif hakkı isteyeceğim

01
Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: MEMUR58, ben_enemie, Ellaeso, molafm, Mete123456,
Son Oturumlar: