Görüntülenme: 6439
Her Sabah 15 Şükür Secdesi Yapardı...
2011/04/27 0:38
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,7 (2 oy)

Alıntı: Başka bir forum ve "demsiz şair"isimli üyeden. Bu güzel paylaşımdan haberiniz olsun istedim.

1915’te savaş ve kıtlık yıllarında Konya’nın Sille nahiyesinde dünyaya gözlerini açmıştı. Daha beş yaşındayken yetim kalmıştı. Annesi sabırlı bir hatundu. Üç ile beş yaşlarında iki kız yetim çocuğunu büyütebilmek, nâmerde muhtaç olmamak için zengin Rum evlerine temizliğe gidiyordu. Hayat kolay değildi. Zorluklara göğüs gererken gözyaşlarını körpe kuzularına göstermemek için gizli gizli ağlıyordu.
İlmin ve dinin kıymetini bilen acılı anacığı 6-7 yaşlarındayken onu mahalle mektebine okumaya göndermişti. Zekiydi, ağırbaşlı ve akıllı oluşundan dolayı onca öğrencinin arasından sıyrılıp hocanın gözüne girmeyi başarmıştı.

Ömrü ilim öğrenmek ve öğretmekle geçmişti. Sık sık söylediği peygamber efendimizin (s.a.v) “Ya öğreten olacaksın ya da öğrenen, üçüncüsü olursan ziyandasın.” Hadis-i şerifine sımsıkı sarılarak yaşadı. Kendisinden asla boş ve faydasız söz işitemezdiniz. Dünyalık oturmalardan sıkılır, neşesi kaçardı. Dinlediği va’z u nasihatleri çevresindekilere defalarca aktarır eksiksiz ve ilavesiz anlatırdı. Hasta bile olsa sohbetlerde şifa bulur, dinçleşirdi. Kısacası onun ruhunun gıdası dini sohbetlerdi. Dünya ahiretin tarlasıdır, der; ne ekersek orada onu biçeceğimizi söylerdi. Kuran kurslarının öğretime başlamadığı yıllarda epeyce çocuğa Kur’ân okutmuş, dinin temel esaslarını öğretmişti. O, yavrucaklara kızmaz, sabır ve şefkatle muamele ederdi. Onda öyle şayân-ı hayret bir sabır vardı ki!… Evliliğinin altıncı yılında dualarla bulduğu oğlunu beş yaşındayken ani bir ölümle kaybettiğinde gösterdiği sabır ve tevekkül yakınlarını hayrette bırakmıştır. Eşinin zaman zaman oğlu için gözyaşı dökmesine asla razı olmuyor “veren o, alan o.” diye Rumeysa Hatun misali eşini teselli ediyordu.
Cenaze yıkamak gibi kutsal bir görevi üstlendiği o ilk günlerde gencecik yaşında dört çocuğunu öksüz bırakan biricik kızını sabırla, ağlamadan yıkayıp kefenlemesi de yine takdirle karşılanmış, o günlerde bu olay Konya’da çok konuşulmuştu.

Fakirliğin ve yokluğun kol gezdiği o yıllarda küçücük bir evde iktisatla sekiz kişilik nüfusu çekip çevirmeye çalışırken eşinin soğuk bir kış günü altı-yedi yaşlarında bir âmâ çocuğu eve getirip “hanım bu çocuğun bakımını üstlenelim, yavrucuğun kimsesi yok, handa kalıyormuş, altıncı çocuğumuz da bu olsun ne dersin?” teklifini itirazsız kabul etmiş. Yıkamış, paklamış, doyurmuş evlatlarıyla birlikte dini terbiye vermiş. Yaramaz ve çok hareketli olan bu çocuğa hep sabırla muamelede bulunmuş. Ta ki üç dört sene sonra bir kaza sonucu çocuğun vefat etmesine kadar… Bir sabır abidesi olan bu mü’mine hatun bu imtihandan da başarıyla çıkmasını bilmiştir.  ,

İstanbul’da Gönenli Mehmet Efendinin vaazlarını uzak semtte olmasına rağmen kaçırmaz, çok zorlanarak yazdığı mektuplara onun konuşmalarının can alıcı noktalarını ilave ederdi. İstanbul’da oğlunun yanında kaldığı yıllarda oranın manevi havasını doyasıya solur, din büyüklerinin, Osmanlı padişahlarının kabirlerini ziyaret eder; bundan da büyük haz alırdı. Tarih bilgisi de oldukça kuvvetliydi. Konuştu mu dolu dolu konuşur, karşısındakini etkilerdi. “Sıratı müstakim üzere dosdoğru ol.” ayetinin iyi bir tatbikçisiydi. Çevresindekilere “Minare gibi olun, kavak gibi olmayın; zira kavak rüzgar ne yandan eserse o tarafa eğilir. ”derdi. Din uygulamalarında tavizsizdi. Taviz tavizi getirir, şeytan tırnağını sokacak yer buldu mu gerisi kolay derdi. Ölümü, kıyameti, hesabı, sıratı derin derin düşünür, “o günün” dehşetinden için için ağlardı.

Sık sık söylediği bu satırlar hüznünü bir kat daha artırırdı. Yakınları “kendini niye bu kadar harap ediyorsun?”dediklerinde “Cahil cesaretli olur. Peygamberimizin benim bildiğimi sizler bilseydiniz az güler çok ağlardınız. ”hadisi şerifini hatırlatırdı. Sünneti seniyyeye çok önem verir, Parkinson hastalığının çok ilerlediği son yıllarda bile yemeklerden önce elleri yıkamak sünnettir diye zar zor bastonuna dayanarak lavaboya kadar gider, ellerini yıkardı.

En bariz vasıflarından biri de yalnız Allah için sevip yalnız Allah için buğz etmesiydi. Zamanı çok iyi kullanır, aldığımız her nefesten sorumluyuz diyerek durmadan dinlenmeden dudakları kıpır kıpır Allah’ı zikrederdi. Son nefesine kadar emr-i bil ma’ruf yapmıştı, ama yine de yetersiz kaldığı endişesine kapılarak “Bildiğini söylemeyen:dilsiz şeytandır. ”derdi. Hiç ayırt etmeden bütün din büyüklerini sever onlara söz söyletmezdi. Yıllar önce müridi olduğu M. S. Ramazanoğlu hazretlerine gönülden bağlıydı. Öyle bir zata bende olmak herkese nasip olmaz diyerek kendini şanslı addederdi.

Onda inanılmaz bir İmam Hatip Lisesi aşkı ve hayranlığı vardı. Bu okulun önünden geçerken duvarına yaslanır, bahçedeki çocuklara Allah’tan zihin açıklığı diler, ilmiyle âmil insanlar olmaları için dua ederdi. Hacıveyiszade merhumun: “Seyyid de kutub da bu okullardan çıkacak” sözünü tekrar eder, bu okulların bahçesinde geçenin bile diğerlerinden farklı olacağını ümit ederdi. Oniki torunu, bir oğlu ve iki damadı bu okullardan mezun olmuş, ilim hayranı bu mü’mine hatunun büyük arzusu gerçekleşmiştir.

Takdire şayan bir uygulaması da şuydu: Sabahları kalkınca on onbeşi bulan şükür secdeleri yapardı. Bunlar: Mü’min ve müslüman olduğu için, Hz. Muhammed’e ümmet olduğu için, sıhhatli olduğu, eli, gözü, kulağı, dili için, evlat ve ıyali için, kafir esaretinde olmadığı için ve daha pek çok şükretmesi gereken nimetler için… Bunca ibadetin yanı sıra o bir ev hanımıydı. Geceden kalkıp yoğurduğu bir tekne hamuru tandırda pişirir, onun da yarısını Kur’ân okuttuğu öğrencilerine yedirirdi. Evinin tuhafiye dükkanına çevirdiği bir odasında kadınlara basma pazen satarak eşinin geçim yükünü bir parça hafifletmeye çalışırdı. Güz geldiğinde bağ bozar, pekmez kaynatır pekmezin kokusunun gittiği yere kadar çocuklarına dağıttırırdı. İhtiyarlık kendini iyice hissettirdiğinde bir köşeye çekilip oturmamış, her bir ilmeğine besmele çekerek patik örmüş eşe dosta hediye etmişti.
Onu anlatmak bu satırlarda mümkün olmasa da hayatının kısa kesitlerine baktığınızda gerçek bir mü’min profilini görmek mümkündür sanırım.

Sağlığında cenazelerin bekletilmesini hiç tasvip etmez, kendisini de acele defnetmemizi isterdi. Her şey istediği gibi oldu. Hiç dilinden düşürmediği Rabb’ını zikrederek, başında Yasinler okunurken ramazanın ilk haftası 12 Ekim 2005 günü Hakk’a yürüdü. İkibuçuk yıl boyunca çektiği dayanılmaz acılarından hafiflemiş ve kurtulmuş olarak... İstediği takva hocaların elinde kızlarının ve torunlarının yardımıyla yıkanıp kefenlenerek öğle namazına yetiştirildi. Konya Hacıveyiszade camiinde tahminlerimizin çok ötesinde kalabalık bir cemaat cenaze namazını kıldı. Musalla mezarlığına evlatlarının yanına defnedildi. Ruhun şâd, makamın cennet, huri kızları yoldaşın, cennet taamları gıdan cennet libasları örtün olsun canım anneciğim. Merhume Hanife Arışahin’in ruhuna üç ihlas bir fatiha.


Zehra Kaplan
2006 - Subat, Sayı: 240, Sayfa: 044

Bu mesaj, Itri tarafından, 27.04.2011 00:40:31 itibariyle düzenlenmiştir.
Abonelik Bilgisi Abonelik
Etiket Ekle
Etiket:
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: Gakk, busbus, siyamiaytar, 1234123123123, Siyami,
Son Oturumlar: