Dışarı çıktığında yağmur yağmaya başlamıştı. Geri dönüp şemsiye almayı düşündü. Vazgeçti…Sokak sakin görünüyordu. Biraz ileride, çöpten bulduklarını birbirlerine kaptırmamak için koşuşan kedilerin kavgaları haricinde bir hareketlilik yok gibiydi. Başını kaldırıp, yer yer sıvaları dökülen yorgun apartmanlara baktı. Işık sızan birkaç pencere dışında hepsi karanlığa gömülmüştü. Uykunun huzur dolu derinliğine çoktan dalmış olmalıydılar. Hayatın sıradanlığına uyum sağlayabilen, herşeyi olduğu gibi kabul etmeyi başarabilen kişilerdi onlar. Hiçbiri kendisi kadar yalnız değildi.Yalnızlık uyutmazdı çünkü. İmrendi onlara.Onun için uyumak, uyanıkken beynini istila eden korkunç düşüncelerin vücuda bürünmüş halini görmekti..
İşte bu gece de yine aynı sancıyla uyanmıştı. Hastaydı.İliklerine kadar hem de.Defalarca gittiği doktorların her muayene sonrasında müstehzi bir gülümseyişle söyledikleri “Gayet sağlıklısınız” ifadesine inanmıyordu artık. Çaresi onlarda değildi, buna emindi. Peki ama nerdeydi çaresi? Sinsiydi hastalığı..Kimi zaman tamamen iyileştiğini düşündürecek kadar terkediyordu onu. Sonra bir anda sarıyordu benliğini. İşte o zaman dayanılmaz sancılar içinde kıvranıyordu. Bedeni değildi ağrıyan. Ruhu muydu? Bilmiyordu…Adeta bedeninin hiç bilmediği gizli bir bölümünden sızıyordu bu sancı. Sanki oraya ulaşabilse, mütemadiyen acıyan yarasını iyileştirebilecekti. Ama oraya bir türlü ulaşamıyordu…
Önüne çıkan küçük bir su birikintisinin ayaklarına çarpan sesiyle irkildi. Daldığı düşüncelerden yağmuru unutmuştu nerdeyse. Başını gökyüzüne kaldırdı. İncecik yağmur taneleri okşadı yüzünü. Damlalar kirpiklerinden ve saçlarından süzülüyordu. “Melekler”… diye düşündü.Gülümsedi. Yağmuru seviyordu.Yağmurun ritmine uyarak o da yavaşlattı adımlarını.Sokağın sonuna ulaşmıştı. Biraz ilerde sık ağaçlarla çevrili “Güvercin Dede Parkı” görünüyordu. Oraya doğru yöneldi. Yüksek çam ağaçlarının karanlık gölgeleriyle çevrelenen bir bank bulup, oturdu. Gece sessizliğe bürünmüştü. Etrafta kimsecikler görünmüyordu. Geriye yaslandı. Gözlerini kapadı. Yağmurun huzur veren mırıltısını dinledi bir süre..
Ne zaman ki bunalsa kendini buraya atardı. Neden bilmiyordu ama buranın insanı teskin eden bir havası vardı. Buraya ismini veren garip adamın hikayesini hatırladı yeniden.. Yıllardır anlatılır dururdu. Rivayete göre; yıllar önce bu parkın bulunduğu alanda yaşlı bir adamın evi varmış. Yüksek ağaçlarla çevrili bahçesinde güvercinleriyle bir başına yaşarmış. Sayısız güvercinleri varmış bu ihtiyarın. Beyaz, siyah, alacalı, tüyleri yakamozlu bir sürü güvercin..Tüm gününü onlarla geçirirmiş. Ne zaman ki yürüyecek olsa başının üzerinde bir yağmur bulutu gibi eşlik edermiş güvercinleri. Adını, nereli olduğunu, nerden gelip, nereye gittiğini kimsecikler bilmezmiş..Kimseyle konuşmazmış çünkü..Çocuklar hariç..Mahallenin çocukları bu sevimli ihtiyarı ve güvercinlerini kısa sürede benimseyip, dost edinmişler. Hergün ihtiyar adamın evinde toplanıp, saatlerce güvercinlerle zaman geçirirlermiş.Adını bilmedikleri bu gizemli dostlarına bir isim bulmakta gecikmemişler: “Güvercin Dede”!Ve bir sabah.. Gitmiş Güvercin Dede…Güvercinlerini de alarak kayıplara karışmış.. Çocuklar ağlayarak evlerine koşmuşlar: “Anne güvercinlerimiz gitti.. Güvercin Dede gitti!” Her çocuk evine başka bir mahzunlukla dönmüş: “Güvercin Dede gelmeyecek artık. Uçtu o”..O günden sonra Güvercin Dede’yi de güvercinlerini de gören olmamış. Hiç kimse nereye gittiklerini bilmemiş…
‘Ah..Ben de kaybolabilseydim keşke’.. diye fısıldadı kendi kendine.Parkın ilerisindeki küçük caminin ışıkları yanıyordu. Sabah yakın olmalı diye düşündü.Ne zaman ki bir camiye girse garip bir utanç duygusuyla ürperirdi. Bu nedenle yerini en arka saflardan seçer, namazını bitirir bitirmez bir silüet gibi uzaklaşırdı ordan. Kimi vakitlerde ise tenha olurdu cami. İşte o zaman vaktinin büyük bir bölümünü orada geçirir, uzun uzun dua ederdi.Ellerini açtığında, dünyaya dair tek bir cümle dökülmüyordu dudaklarından. İstediği hiçbir şey kalmamıştı hayatta. Dili varmasa da gönlü ölümü arzuluyordu. Yorulmuştu. Dua etmek onun için Yaradan’ıyla dertleşmekti. Söyledikleri dilekten öte bir arzuhaldi belkide. Bazense bir tek kelimeyle inliyordu yüreği. “Allah’ım”… diyordu, göğsü parçalanırcasına..Dudaklarında bıraktığı lezzeti tadarak, defalarca yineliyordu bu sözü: Allahım, Allahım, Allahım..Başka bir söz çıkmıyordu ağzından.Dizleri üzerinde iki büklüm, gözyaşları avuçlarına damlarken, kendinden geçmiş bir halde fısıldıyordu: “Allah’ım beni bırakma”.
Birden çok yakınından gelen hafif bir sesle irkildi. Bir hışırtı, bir çeşit kanat sesi duyduğunu sandı. Emin olmak için sesin geldiği yere yöneldi.Gördükleri karşısında donup kalmıştı. Yerde, dallarda onlarca güvercin geziniyordu.Beyaz, siyah, alacalı, tüyleri yakamozlu onlarca güvercin.. Ve ortalarında büyük, beyaz bir cisim havalanıyordu. Bir adamdı bu. Avuçlarından ışıl ışıl minik tanecikler saçıyor, saçılan bu ışıkları güvercinler küçük, kırmızı gagalarıyla yakalıyordu. Hayretten kocaman açılmış gözleriyle: "Güvercin Dede!" diye bağırdı.Sendeleyerek ona doğru bir adım attı. Yaşlı adam yavaşça alçalıp, çimlerin üzerine bağdaş kurdu."Ama sen.. Sen uçabiliyorsun!" Gülümsedi ihtiyar adam: "Hepimizin kanatları vardır İlyas. Ama kimimiz onları doğru çırpmayı bilmeyiz sadece.."
"A- adımı, adımı nerden biliyorsun?!" İhtiyar adam bu sözleri duymamış gibiydi. Eteğine konan bir güvercinin boynunu okşadı usulca.. "Bana da öğretin uçmayı".. Vakur bir edayla oturduğu yerden doğruldu ihtiyar.Yaklaştı. Yüzünden bir ışık huzmesi sızıyordu gözlerine.. Ruhunun en gizli dehlizlerini görüyor gibiydi. Ürperdi. Gözlerini ayırmadan sordu ihtiyar : "Sırtında bunca yük varken, kanatların seni taşır mı sanıyorsun?"
Yağmur şiddetini artırmıştı. Ayakları çamura gömülüyordu. Yine o bildik duygu sarmıştı işte benliğini.Yakıcı bir çaresizlik dolaşıyordu damarlarında.Dizleri üzerine bıraktı kendini.Güvercin Dede havalanmıştı. Arkasından da güvercinleri. Başının üzerinde onlarca göz vardı şimdi.Çaresizliğine bakıyorlardı. Onlarca göz, yüzlerce. Tüm dünya bakıyordu ona..Kaldıramıyordu başını. Eteğini savurarak uzaklaşıyordu ihtiyar.Ellerini, ihtiyarı tutmak istercesine uzatarak haykırdı: "Gitme! Beni de götür burdan.Çok yalnızım gitme!...Ben.. "Hıçkırıklar arasında boğuluyordu.. Daha fazla konuşamadı. Ötelerden seslendi ihtiyar : "Soyun bedenine yük veren bütün giysilerinden.. Teninle değil, canınla uçabilirsin Dost’una. Yalnız değilsin İlyas Dost’unu bul. O’nu bul.."
Hıçkırarak uyandı.. Elleriyle bedenini yokladı. Giysileri sırılsıklam olmuştu. Camiden sabah ezanının içli sesi yükseliyordu.. Gözlerini kuruladı. Doğruldu.
“Dost’um” diye fısıldadı. “Dost’umu bulmalıyım, O’nu bulmalıyım. Güvercinler uyanmadan”…
nefha
Bu mesaj, nefha tarafından, 27.09.2012 00:19:05 itibariyle düzenlenmiştir.