Bireysel Mesaj Gösterim Modu

Görüntülenme: 23661
hallac-ı mansur kimdir?
2009/03/25 8:46
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

"

Sual: Hallac-ı Mansur kimdir, niye öldürüldü?
Cevap:
Ası adı Hüseyin bin Mansur'dur. Hallac denilmesinin sebebi şudur: Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.

Pek çok kerametleri görüldü. Yanına gelenlere yazın kış, kışın yaz meyveleri ikram ederdi. İnsanlara, evlerinde ne yediklerini, ne yaptıklarını, ne konuştuklarını ve kalblerinden geçenleri Allahü teâlânın izni ile haber verirdi. 400 kişi ile birlikte çöle açılmıştı. Birkaç gün geçti. Yiyecek hiçbir şey bulamadılar. Açlıktan perişan bir hâle geldikleri sırada ona gelerek hallerini arz ettiler. Hemen elini arkaya uzatıp, 400 kişinin her birine bir kelle ile iki pide verdi.

"Enel Hak" dedi
Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: "Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda gördüm. Oradaki köleye, "Şeyh nerede?" dedim. "Abdest alıyor" dedi. "Bu zindanda ne iş yapıyor?" dedim. "13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor" dedi. Sonra, "Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara nasihat eder" dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: "Ey genç nerelisin?" dedi. "Şirazlıyım" dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, "Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle." Tam bu sırada zindancıbaşı içeri girdi. Saygı gösterdikten sonra, "Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler" dedi. Şeyh: "Var selametle git" dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: "Ne oldu?" diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum" dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. Halife; "Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim" dedi.

Yüz kırbaç vurun
Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.

İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah'ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehid edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.

Sual: Hallac-ı Mansur, niçin Enel hak dedi?
Cevap:
Evliyadan bazıları Allahü teâlâyı zikrettiği zaman, Rabbinden gayrı her şeyi, hatta kendi nefsini bile unutur. Zikrettiği yani andığı mahbubun adını dilinden düşürmez.

Hallac-ı Mansur
hazretleri, La ilahe illallah demeyi o kadar çoğaltmıştı ki, anması kalbden ruha geldi. Orada ünsiyet peyda ederek ilahi aşka kavuştu. Dünyadaki her şeyi hatta kendi adını bile unuttu. Aşk sarhoşluğu kapladı. Buna sekr hali deniyor. Bu halde iken, (Sen kimsin?) diyenlere, (Enel-Hak) diye cevap verdi. Üzerinden sekr hali gidince, yani ayılınca (Enel-Hak) dediğini hatırlamadı. Fakat dine aykırı konuştuğu için şehid edildi. Yere dökülen kanları (Enel-Hak) şeklini aldı.

Ali Ramiteni
hazretleri buyurdu ki:
Hallac-ı Mansur zamanında Hace Abdulhalık-ı Goncdüvaninin talebelerinden biri bulunsaydı, Mansur idam edilmezdi. Yani Hace hazretlerinin talebelerinden biri bulunsaydı, Hüseyn Mansuru teveccühleriyle, içinde bulunduğu makamdan tez geçirirdi. İdam edilmesi gerekmezdi.

Hallac-ı Mansur hazretleri, içinde bulunduğu halden dolayı mazurdu. Onu şehid edenler de dinin emrini yerine getirdi. İki tarafa da bir şey söylenmez.

Hallac-ı Mansur hazretlerinin (Enel-Hak) yani (Ben Hakkım) dediği gibi, Bayezid-i Bistami hazretleri de sekr halinde (Sübhani) yani (Ben Sübhanım) demiştir.

Talebeleri, (Siz kendinizin sübhan, yani ilah olduğunu söylediniz) demeleri üzerine, (Bir daha öyle bir şey söylersem, beni kılıçla kesin) buyurdu. Sekr hali kaplayınca yine (Sübhani) dedi. Hemen hocalarının emri üzerine kılıçla vurdular. Fakat kılıç kesmedi. O hal üzerinden gidince, yine (Sübhani) dediğini söylediler. (Niye beni öldürmediniz?) buyurdu. (Kılıç kesmedi) dediler. O vakit, (Demek o sözü söyleyen, bu haldeki Bayezid değildi) buyurdu.

Evliyayı böyle sekr halinde, yani şuursuz iken söyledikleri sözlerden dolayı kötülemek doğru değildir.

İmam-ı Rabbani
hazretleri buyuruyor ki:
Evliya, sekr karışmayan hallerde böyle uygunsuz sözler söylemez. Sahv, yani uyanıklık halinde olanlarda sekr hiç bulunmaz sanmamalıdır. Sekrsiz olan sahv, noksanlıktır. Halis, karışıksız sahv, avamda bulunur.

Cüneydi Bağdadi
hazretleri, sahvın sekrden daha üstün olduğunu söylediği halde, sekr karışık olan o kadar sözleri vardır ki, saymakla bitmez. (Bilen de Odur. Bilinen de Odur) demiştir.
Evliyanın gizli marifetleri açığa vurmaları, hep sekr karışık hallerde olmuştur. Sahv halinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karıştırmaya benzer. Tuzsuz yemek, tatsız olur.

Aşk olmasaydı, aşkın gammı olmasaydı,
Tatlı sözleri kim söyler, kimler duyardı?

Mecnuna adın ne diyorlar, Leyla diyor. Çünkü gönlü Leyla ile dolu. Leyla'dan başka kimseyi tanımıyor, bilmiyordu. Şehrin ortasında Leyla Leyla diye bağırarak geziyordu. Leyla diyerek feryat ederek ağlıyordu. Derdine deva olmak üzere Leyla gelip, kendisini tanıtmışsa da, (Ben seni tanımıyorum. Sen gerçek Leyla isen, ya bendeki Leyla kim) diye cevap vermiştir.

Evliyanın sekr halinde söylediği sözlerden dolayı onları ayıplamak doğru değildir. Meczublar ve mecnunlar da mazurdur. Bu haldeki sözleri hüccet olmadığı gibi, ayıplamak da doğru değildir.

Sual:
Hallacı Mansur, Enelhak demekle ben bâtıl değilim, hakkım diyor diye tevil etmek caiz mi?
Cevap:
Evet.

" www.dinimizislam.com

Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: Gakk, busbus, siyamiaytar, 1234123123123, Siyami,
Son Oturumlar: